4 Eylül 2017 Pazartesi

Hârici Zihniyet ve Kemalpaşazâde'nin Müslümanlara Nasihatı

“İndirilmiş Din vs. Uydurulmuş Din” ??? Bu, aslında basit bir slogan değil. Kendisi gibi inanmayan Müslümanları, “Uydurulmuş Din”e tâbi olmakla itham etmek, yani ‘tekfir’ manasına geliyor.... Evet bu sloganı ortaya atanların bir kısmı [1], görünüş itibariyle İŞİD'e benzemiyor olabilir. Hatta hareket tarzları da farklı olabilir. Bunda, bulundukları coğrafya ve cemiyetin tesiri inkâr edilemez. Ancak bu iki grubun müşterek bir noktası var: Hârici zihniyet. Peki bu hârici zihniyet nedir?

Şehristânî dinler ve fırkalar tarihini ele aldığı el-Milel ve'n-Nihâl kitabında, Hâricîliği, ümmetin ittifak ettiği meşrû halifeye/imama baş kaldırı olarak tarif etmektedir [2]. Bu aynı zamanda İslâm tarihinde dinî kisve altındaki ilk ayrışmanın da adıdır. Hâriciler, ‘tahkim hâdisesine’, yani Hazret-i Ali ile Muaviye arasındaki siyasî ihtilafın, hakem vâsıtasıyla halline karşı çıkmışlardır. Onlar, müslümanların bu hakem tayinine dair ittifakını reddetmekle de kalmayarak, bu işe taraf olanları, yani Hazret-i Peygamber'in Eshabını Allahü teâlanın âyet-i kerimelerine muhâlif hareket iddiasıyla tekfir etmişlerdir. Buna bakınca, Hârici zihniyetin ne manaya geldiği daha da ortaya çıkmaktadır. Son devir Osmanlı âlimlerinden İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar [3] adlı meşhur eserinde, Hâriciliği târif ederken, “kendilerine karşı çıkan Müslümanları tekfir edenler” ifadesini kullanır [4]. Halbuki Ehl-i sünnet âlimleri, Hâricilerin bu tekfir hareketine mukabil, onları, dinden çıkmakla itham etmemiştir. Kur’an âyetini hatalı tevil ettiklerini nazara alarak, onlara bâğilerin (isyancıların) hükmünü tatbik etmişlerdir [5].  

Ehl-i sünnetin esas prensiplerinden biri, ehl-i kıblenin tekfir edilmemesidir. Yani dinin usulunden olan ve zaruri bilinmesi/inanılması gereken meseleleri inkâr etmeyenlerin tekfir edilmemesidir. Bütün müctehid fıkıh âlimleri bunda ittifak etmiştir [6]. Bu kâide, İmam Ebu Hanife'nin el-Fıkhu'l-Ebsat kitabında ifade edilmiştir [7]. İmam Gazali de Faysalü't-Tefrika Beyne'l-İslam ve'z-Zendeka adlı risalesinde tekfir meselesini ele almıştır. Ehl-i sünnetin tekfir meselesinde ne kadar hassas hareket ettiği bu müctehid âlimlerin kitaplarından anlaşılmaktadır. Çünki “el-Küfrü şeyün 'azîmün - Küfür, büyük bir şeydir” [8].


*   *  *

Peki, herkesin din adına konuştuğu, hatta birbirlerini tekfir ettiği böyle bir hengamede bir müslümanın tavrı ne olmalıdır? Osmanlı şeyhülislamlarından Kemalpaşazâde, beş asır evvel kaleme aldığı Risâletü’l-Münîre kitabında, buna cevap vermekte ve bugünki müslümanlara yol göstermektedir [9]:

Ben âlim değilim, işlerimi ve sözlerimi şeriate uygun nasıl yaparım’ dersen, cevabında derim ki, “Âhiret yolunu senden iyi bilen bir âlime uy, onun yaptığı gibi yap. Nitekim Allahü teâlâ bunu emrediyor ve Nahl suresi 43. âyet-i kerimesinde meâlen, “Bilmiyorsanız, bilenlere sorunuz” buyuruyor. Yani âhiret işlerinden bir şeyi bilmediğiniz zaman, bunu iyi bilenlere sorunuz.” 
Hangi âlim âhiret bilgilerini ve işlerini daha iyi biliyor, bilemiyorum, bilseydim ona uyardım’ diyorsan, şimdi sana, din işlerinde kendisine uyacağın âlimin sıfatlarını öğreteyim: Kur'ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden bildirdikleri doğrudur. İşte böyle birinin meclisinde bulunman câiz olur. Âlim o kimseye denir ki, Allahü teâlâdan korkar. Kur'ân-ı kerim ve Peygamber Efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünneti ile amel eder. Küçük ve büyük günahlardan sakınır. Şüpheli [helâl mi haram mı olduğu iyi bilinemeyen] şeylerden, uzak durur. Bid'atleri [din diye ortaya çıkarılan yenilikleri] işlemez. İşte bu kimse, âhiret ve din bilgilerini bilir. Salih amel sahibidir. Ona itaat etmen, ona uyman ve sana din bilgilerinden bildirdiklerinin doğru olduğuna inanman ve meclisinde bulunman icab eder. Şeriatın hükmüne göre böyle olana, muti', âdil, sâlih, fakih, şeyh veya mürşid denir. Bunun için Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: “İlmi ile amel eden âlimler, dünyaya bağlanmadıkları müddetce Allahü teâlânın ve Resulünün aleyhisselam yeryüzünde emin kulları ve ümmetleridir. Dünyaya gönül verdikleri zaman din hususunda onlardan sakınınız”.  
Âhir zamanda, ilmi ile amel edenlerin nişan ve alâmetleri vardır: Din hususunda zemmedenleri [kötüleyenleri], methedenlerinden [övenlerinden] çok olur. Onun için Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Âhirzamanda çeşitli kavimler olur. Ümmetimin âlimleri ile din hususunda münakaşa ederler. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlar, onların arasında yapamaz olurlar”. Bir başka hadis-i şeriflerinde de buyurdular ki, “İslâm dini garib olarak başladı. Başladığı gibi garib gider. İşte o gariblere müjdeler olsun!”.  
Bu zikredilen sıfatlarda bir âlim bulamazsan, başkasına uymaktan kaçın! Nitekim Allahü teâlâ Kehf suresi 28. âyet-i kerimesinde meâlen, “Kalbini bizi anmaktan gâfil eyleyip, nefsinin arzularına uyan, işi zarar ve ziyan olanlara tâbi olmayınız” buyuruyor. Bütün günahlardan bir daha yapmamak üzere tevbe et. Mü'min olsun, kâfir olsun bütün hasımlarını râzı eyle. Kalbini kibirden, yani kendini büyük görmekten, kendini beğenmekten, kinden, kıskançlıktan ve cimrilikten kurtar. Üzerinde geçmiş farz ve vacibleri kazâ eyle. Sonra hayatının geriye kalmış günlerini Rabbine ibadetle geçir. Kendin için sevdiğin ve beğendiğin şeyi din kardeşin için de sev ve beğen. Böylece Rabbinin rızasını kazanır, korktuğundan emin olursun. 
... 
Ey Kardeşim! .. itikâda ait bilgileri İmam-ı Azam'ın el-Fıkhu'l-Ekber'inden ve Eshabına Vasıyyeti'nden ve [Emâli Kasidesi şerhi Nuhbetü'l-Leâli, Birgivi Vasiyetnâmesi Şerhi, Kâdızâde’nin Âmentü Şerhi, Mevlânâ Hâlid’in İtikadnâme gibi] diğer kıymetli din kitaplarından öğrenirsen, itikâdın bid'at ve sapıklıktan kurtulur. Yok, arzularınla aklına uyarsan, itikâd bilgilerini nefsine uygun kitaplardan öğreneyim dersen, câhil, aldanmış, sapık olursun. Başkalarını da yoldan çıkarırsın. 
İtikad bilgilerini öğrendikten sonra, Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uymalısın. Bu emr ve yasakları şu kıymetli kitaplardan öğrenmelisin: Kudûrî, el-Câmi’u's-Sağir, Hidâye ve şerhi, Fetâvâ-i Kâdıhan, Hülâsa [Halebi-i Sağir, Mevkufat, Reddü'l-Muhtar, Miftahu'l-Cenne, Mecmû’a-i Zühdiyye, Nimet-i İslâm, İslam Yolu] ve bunlara benzer müellifleri müctehid bulunan veya dinde ilmi ve salâhı belli olan âlimlerin kitaplarından öğrenmelisin.

Kemalpaşazâde'nin bu mühim ikaz ve nasihatleri gösteriyor ki, nasıl hasta olunca tabîb-i hâzık [mütehassıs, uzman hekim] aranırsa, din işlerinde de on dört asırdır üzerinde bir şâibe bulunmayan, ilmi ve takvasıyla ümmetin itimadını kazanmış âlimlerin kitaplarını okumak en emniyetli yoldur. Bu kitaplar Arabi, Farisi ve Osmanlıca olarak kaleme alınmıştır. Bunları okuyamayan bir müslüman, bunların ehil zatlar tarafından günümüz Türkçesine tercüme edilmiş veya aktarılmış hallerini okuyabilir.


Referans ve Notlar

[1] Meselâ Y. N. Öztürk, A. Bayındır, M. İslamoğlu, C. Taslaman.

[2] Şehristânî, Terceme-i Milel ve Nihâl, Trc: Nuh bin Mustafa, İstanbul: Tabʾhane-i Âmire, 1279, s. 50.

[3] Reddü'l-Muhtar, her Osmanlı âliminin evinde bulunan ve fetvâ vermek için müracaat edilen muteber hacimli bir fıkıh kitabıdır. Osmanlı âlimlerinden Reisu'l-ulemâ Tikveşli Yusuf Ziyaeddin Efendi [Mecelle azası Ömer Hilmi Efendi'nin hocasıdır], Reddü'l-Muhtar için “hiçbir âlimin evinde eksik olmayan” ifadelerini kullanmaktadır. Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlâtü'l-Kevserî, Kahire: Matbaatü'l-Envâr, 1373, s. 107. Reddü'l-Muhtar'ı Türkçeye tercüme eden Ahmed Davudoğlu Hocaefendi de kitabın vasıflarından biri olarak âlimlere rehber oluşunu zikretmektedir. Bu tercüme 17 cild olup, ilk 10 cildini Ahmed Davudoğlu Hocaefendi tercüme etmiştir. Böyle bir tercüme, zamanın imkanları dikkate alındığında muazzam bir hizmettir. Maamafih, tercüme, tam bir tercüme değildir. Bazı yerlerde atlamalar yapılmış ve bazı yerler ihtisar edilmiştir. Çok olmamakla birlikte manaya tesir edecek tercüme hataları da mevcuttur. Tercümenin elden geçirilip tekrar neşrinin büyük bir hizmet olacağı âşikârdır.  

[4] Allâme İbn Âbidin, Hâriciler için söylenen "Sahabileri tekfir ederler" ifâdesini şu şekilde izah etmektedir: “Havâric [Hariciler] ile isimlendirmede, bunun [Sahabileri tekfir etmelerinin] şart olmadığını bilirsin. Bu şart, hazret-i Ali'ye karşı çıkanları beyân içindir. Havâric olarak isimlendirilmesi için, kendilerine karşı çıkan Müslümanları tekfir etmeleri kifâyet eder. Zamanımızda Necd'de ortaya çıkıp Harameyni [Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevvere] ele geçiren İbnü Abdülvehhab'ın tâbîlerinde olduğu gibi. Hanbeli mezhebinde olduklarını iddia ederlerdi. Ancak sadece kendilerinin müslüman; itikadlarına muhalefet edenlerin ise müşrik olduğuna inanırlardı. Bu sebeple, Ehl-i sünnet müslümanların ve âlimlerinin öldürülmesini helâl görürlerdi. Ta ki Allahü teâla onların şevketini [kuvvetini] yok edip memleketlerini yıkana kadar. Müslümanların askerleri 1233 [hicri/1817 milâdî] senesinde zafer kazandı”. Reddü'l-Muhtar, Derse'âdet: Matbaatü Osmaniyye, 1324, III/427-428. 

[5] İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, III/427.

[6] İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, III/428. Fukahanın bu icmaını İbn Münzir haber vermektedir. Burada fukahadan maksadın, müctehid fukaha olduğu Reddü'l-Muhtar'da tasrih edilmektedir. Devamında, “müctehid olmayanın sözüne itibar yoktur” denilmektedir.

[7] İmam Azam'a fıkh-ı ekberden sual oldunduğunda şöyle buyurur: “Günahından dolayı ehl-i kıbleden kimseyi tekfir etmemektir”. Zâhidü'l-Kevserî, fıkh-ı ekber için şu dipnotu düşer: “İtikadı tashihe [düzeltmeye] müteallik ilm murad edilmiştir. İmam Ebu Hanife'nin indinde, fıkh, ale'l-ıtlak [umumiyetle] itikad, amel ve ahlaka müştemildir [şâmildir]. Nitekim O, fıkhı, ma'rifetü'n-nefsi mâ lehâ ve mâ aleyhâ (nefsin kendi lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi) olarak tarif eder”. İmam Ebu Hanife, el-Fıkhu'l-Ebsat - Rivâyetü Ebi Muti (el-Âlim ve'l-Müteallim içinde), tahkik: Muhammed Zâhid el-Kevserî, 1368, s. 40.

[8] İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, III/393.

[9] Kemalpaşazâde, Risaletü'l-Münîre, İstanbul: Matbaatü Cemal Efendi, 1308, s. 17-18, 20. A. Faruk Meyan'ın tercümesi, orjinal metinle mukabele edilerek, bazı küçük değişiklikler yapıldı. İlâveler, köşeli parantez içinde yapıldı. Kemalpaşazâde, Risaletü'l-Münîre (Vesiletü'n-Necât – Seadet Yolu içinde), Trc. A. Faruk Meyan, İstanbul: Berekât Yayınevi, 1977,  s. 39-41, 43.