8 Eylül 2007 Cumartesi

Harem ...

Özellikle yabancı yazarların hakkında mübalağalı şeyler yazdıkları ve bir o kadar da merak edilen yer.

Osmanlı Devletinin son devrinde Sultan Vahideddin hanın eşi Emine Nazikade Baş Kadınefendi'nin nedimesi prenses Leyla Açba'nın harem hatırlarını okumanızı tavsiye ederim.

Kitap Osmanlı Sultanlarının ve eşlerinin ne kadar asil, yüksek ahlaklı, mert ve vatanını ve milletini seven insanlar olduğunu göstermesi hasebiyle beni çok etkiledi. Ayrıca, onlara yapılan insanlık dışı muameleleri de gözler önüne seriyor.


Leyla Açba
Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları
Hazırlayan: Harun Açba
L&M Yayınları

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Eski mikyaslardan (ölçülerden) bazıları

ARŞIN: 1931 senesinde metrik sisteme geçene kadar kullandığımız ölçü mikyaslarındandı (birimlerindendi). Parmak ucundan dirseğe kadar olan uzunluğu ifade eder. Farsça arş kol, in de bu demektir. Arş, eski türkçede de adım manasına gelir. Arapların zra’ adlı 48 santimetrelik mi’yarına (ölçüsüne) yakındır. İki arşın vardı. Mimar arşını, mimari işlerde yer ölçüsü idi. 75,8 santimetre idi. Çarşı arşını, kumaş ölçmekte kullanılırdı. 68 santimetre idi.

İpekli kumaşları satarken, halka pahalı göstermemek için, bunlarda arşından biraz daha kısa olan endâze kullanılırdı. Endâze farsça endaz (atan) kelimesinden gelirdi. 65,25 santimetre idi.


URUB: Arşının dörtte biridir. Arapça dörtte bir demek olan rubu’dan bozmadır.


DİRHEM: Küçük ve hassas şeyleri ölçmekte kullanılan ağırlık ölçüsüdür. Dirhem bir okkanın dörtyüzde biridir. Tarih boyu farklı yerlerde farklı ölçülere gelmekte ise de, Osmanlılarda 3.148 grama tekabül ederdi. Birbuçuk dirhem bir miskal; 400 dirhem 1 okka, 44 okka 1 kantar, 4 kantar da 1 çeki idi. Çeki takriben 250 kilodur.


OKKA: Ağırlık ölçüsü idi. Arabça ukıyye kelimesinden gelir. Şehir ve kasabalara göre değişmekle beraber, umumiyetle 1282 gramdır.


KİLE: Hububat ölçeğidir. Çeşitli şehirlere göre ölçüsü değişirdi. İstanbul kilesi zahirenin cinsine göre 18-20 okka (ortalama 25 kilo) idi. Kilenin küsuratına kutu (god, kot, godik) denir. 8 kutu bir İstanbul kilesidir. Bir kutu 2,5 okka ve 3,21 kilodur. Gemilerde de kile kullanılırdı. 36 kile bugünki 1 tonilatodur.

8 Temmuz 2007 Pazar

Hazret-i Âişe-i Sıddîka

Faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çokdur. Âlimlerin çoğuna göre fıkh bilgilerinin dörtte birini hazret-i Âişe haber vermiştir. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", hazret-i Âişeyi çok sevdiği için, Ona Humeyrâ derdi.

Ürvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki, Kur'ân-ı kerîmin manalarını ve halal ve haramları ve Arab şiirlerini ve neseb ilmini, hazret-i Âişeden daha çok bilen kimse görmedim.

Resûlullah'ı medh eden şu iki beyt, hazret-i Âişenindir:

Ve lev semi'û ehlü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevm-i Yûsüfe min nakdin.

Levîmâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû,
Le âserne bil-kat'il kulûbi alel eydi.

Mısrdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı. Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihayı kötüleyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).

15 Haziran 2007 Cuma

"Tarih Biliminin Doğuşu: İbni Haldun"

Yves Lacoste'nin "IBN KHALDUN, Naissance de L'Histoire, passé du tiers-monde" kitabı "Tarih Biliminin Doğuşu: İbni Haldun" başlığıyla Türkçeye tercüme edilmiş ve Donkişot yayınları tarafından neşr edilmiştir.

Kitap İbni Haldun'un tarih bilimi açısından önemini ortaya koymaktadır. Tabi yazar bunu yaparken İbni Haldun'un Mukaddime'sinden sık sık alıntılar yapıyor ve bunları tahlil ediyor.
İbni Haldun, İslam uygarlığının, tüm dünyayı aydınlatan bir feneri gibi parlamaktaydı. Batı'da ancak XIX. yüzyılda bir bilim kimliği kazanan Tarih biliminin temellerinin, daha XIV. yüzyılda Kuzey Afrika'da, Mağribli bir Müslüman tarihçi ve hukukçu tarafından atıldığını öğrendiklerinde, Batılılar buna inanmak istemediler. XIX. yüzyılın Avrupa merkezli sömürgeci ideolojisi, Batı uygarlığını bir harika olarak sunmak peşindeyken, içinden geldiği, ama artık hegemonyası altında tuttuğu bir dünyaya borçlu kalmak istemiyordu.

31 Mayıs 2007 Perşembe

İntişar-ı İslâm Tarihi'nden - II

Bir Rus vakanüvisi İstanbul'un düşmesinden bahsederken der ki:
... Konstantin ile selefleri kendilerine bağlı devlet ricalini halkı ezmek için serbest bırakmışlardı. Artık mahkemelerinde adalet, kalblerinde cesaret kalmamıştı. Masumların göz yaşından, kanından, hakimler hazineler depo ediyorlardı...
Bizansın içler acısı durumunu anlattıktan sonra vakanüvis şunları söylüyor:
Alemlerin Rabb'i, - askerleri savaşmaktan sevinç duyan, kadıları adaletle iş gören ve buna ihanet etmeyen- Sultan II. Mehmet'i meydana çıkardı.
Bu son cümledeki medh, daima Osmanlı'nın zulümlerinden bahseden ve bu durumu protesto için kendilerinde bir salahiyet bulan bir siyasi neslin kulaklarında pek acaib bir şekilde çınlasa gerektir. Fakat bu gerçek, bütün muasır tarihçilerin açık ve sayısız şehadetleriyle sabit olmuştur.

İntişar-ı İslâm Tarihi, sahife 157

29 Mayıs 2007 Salı

İntişar-ı İslâm Tarihi'nden - I

Halife Hazreti Ömer zamanında, " İslâm ordularını geri püskürtmek için imparator İrakliyüs büyük bir ordu meydana getirmişti. Bunun bir neticesi olarak Müslümanlar da beklenen çarpışmaya bütün gayretlerini seferber ederek hazırlanmışlardı. Bu münasebetle İslâm kumandanı Ebû Ubeyde, Suriye'deki fethedilmiş olan yerlerin valilerine gönderdiği talimatta tahsil edilmiş ne kadar cizye varsa, ödeyenlere geri verilmesini emretmiş ve halka hitaben yazdığı bir yazıda bu meseleye dair şu açıklamada bulunmuştu:
Büyük bir düşman kuvvetinin bize karşı ilerlediğini haber aldığımızdan ödediğiniz cizyeleri size geri veriyoruz. Aramızdaki mukaveleye göre bu vergi karşılığında sizi himaye edecektik. Fakat şimdiki durumda bu himayeyi sağlama bizim kudretimizin dışına çıkmak üzere olduğundan sizden aldığımız paranın hepsini geri veriyoruz.
Bu talimat gereğince devletin kasasından büyük bir miktar para halka ödendi. Bundan dolayı Hıristiyanlar:
Allah sizi bize hâkim kılsın ve Romalılar üzerine de muzaffer eylesin. Eğer sizin yerinizde Romalılar olsaydı bize bir şey iade etmek şöyle dursun elimizde ne var ne yok hepsini alırlardı.
diyerek İslâm kumandanlarının başarıları için dualar eylemişlerdir."

İntişar-ı İslâm Tarihi, sahife 74

İntişar-ı İslâm Tarihi

Thomas Walker Arnold (1864-1930) tarafından yazılan "The preaching of Islam : a history of the propagation of the Muslim faith " kitabı Türkçeye "İntişar-ı İslâm Tarihi" olarak çevrilmiştir.

Yazar, İslâmiyetin başlangıçtan yakın zamana kadar nasıl yayıldığını vesikaları ile ilmî bir uslub ile kaleme almıştır.

İçindekiler

- İslâmın bir mübeşşiri sıfatı ile Hz. Muhammed'in Hayatı
- Batı Asyada hıristiyanlar arasında İslâmiyetin yayılması
- Afrika'daki hıristiyan milletler arasında
İslâmiyetin yayılması
- İspanya hıristiyanları
arasında İslâmiyetin yayılması
- Avrupa'da türkler idaresindeki hıristiyanlar arasında
arasında İslâmiyetin yayılması
- İran ve orta asya'da
İslâmın yayılması
- Moğollar ve tatarlar arasında
arasında İslâmiyetin yayılması
- Hindistan'da
İslâmiyetin yayılması
- Çinde
İslâmiyetin yayılması
- Afrika'da
İslâmiyetin yayılması
- Maleya takımadalarında
İslâmiyetin yayılması

Kitapta dikkatimi celb eden yerlerden alıntılar yapacağım.


Yazarın dediği üzere
.... , İslâm kılıcının Müsliman olmada bir âmil olduğu hakkında genel olarak câri olan nazariyelerin hiç de kabul edilemiyeceği açığa çıkar.