15 Aralık 2007 Cumartesi

"Çarpıtılmış Geçmişe Ayna"

Türkçemize "Çarpıtılmış Geçmişe Ayna - Avrupa'nın Yeniden Yorumlanması" adıyla tercüme edilmiş olan eser Josep Fontana tarafından "Europa ante el espejo" orjinal ismiyle 1994'te yayınlanmış.

sayfa 41

İslam bilimini Eski Yunan bilgi birikiminin sırf bir çevirisi düzeyine indirgeyen Avrupa merkezli peşin hüküm, Helenistik kültürün daha başlangıçta Yunan ve Doğu unsurlarının iç içe geçmesiyle oluşmuş melez bir yapı taşıdığını ve Arapların çok eski zamandan başlayarak bunda pay sahibi olduğunu unutmaktır. Başını Süryanice konuşan Nasturi Hıristiyanların çektiği, Yunanca yapıtları sistemli olarak çevirme yönündeki ilk adımlar, katı Hıristiyanlık anlayışınca yasaklanan pagan bilimlerinin korunduğu ve Farabi'nin dediği gibi,"İslamın doğuşuna değin varlığını koruduğu" Yakındoğu da ve 8. yüzyıldan 10. yüzyıla değin süren dönemlerde atıldı. Yunanca orijinal yapıtlara ve bu kültürler arasındaki eski ortak yaşamın ürünü olarak o döneme ulaşan bol miktarda Süryanice metne dayanarak Müslümanlar da kendi Arapça versiyonlarını hazırladılar.

Yunanistan ya da Helenistik kültürle hiçbir ilgisi olmayan ve bize Müslümanlar aracılığıyla ulaşan başka birçok katkı da vardı: Yeni tarım ürünleri, daha iyi sulama yöntemleri, papirüs parşömene göre daha ucuz olan ve metinlerin yayılmasını hızlandıran kağıt, geniş bir alanı kapsayan teknik ve bilimsel bilgiler. Bu bilgiler arasında hala kullandığımız ve çağımızdaki bir bilim adamının, "gezegenimizde şimdiye değin yapılmış en başarılı düşünsel yenilik" olarak nitelendirdiği Hint sayı sistemini özellikle vurgulamak gerekir. Bu sistem ve hala "Arap rakamları"olarak adlandırdığımız rakamlar bize Batı dünyasındaki Müslümanlar yoluyla ve Katalonya manastırları sayesinde ulaşmıştır. Gerbert d'Aurillac bunları söz konusu manastırlardan birinde öğrenmişti. Eğer Hint Sayı Sistemi ve Arap rakamları benimsenmiş olmasaydı, modern bilimin gelişmesi çok daha zor olacaktı.

sayfa 52

Avrupalıların gözünde Doğu harika şeylerin ve sayısız zenginliklerin bulunduğu bir dünyaydı; oysa Müslümanlar tersine bir tutumla Hıristiyan Avrupa'da hayranlık duyulacak fazla bir şey bulmuyor ve pek haksız sayılmayacak biçimde Avrupa'yı yarı uygar olarak görüyordu. İbn Cübeyr, Messina'nın "baştan başa pis kokulu ve kirli"olduğunu belirtiyor. İbn Batuta da, pazarları "yüksek çöp yığınlarıyla kaplı" ve kiliseleri "aynı ölçüde kirli ve hoş bir kokudan yoksun" olan Konstantinopolis hakkında bundan daha iyi şeyler düşünmüyordu. Müslümanlara kirli görünen yalnız kentler değil, aynı zamanda Avrupalı insanlardı; bir gezgin, Avrupalıların "yılda en fazla bir iki kez yıkandıklarını ya da banyo yaptıklarını" ve "giyisilerini pek sık yıkamadıklarını, paramparça oluncayadeğin giydiklerini" belirtiyordu. Hristiyanlar kendi paylarına daha düşkün bir durumda olduklarının farkındaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder