11 Ekim 2011 Salı

"Arapça Yazma Eserlerde İcâzet"*

İcazet, yazmaların genellikle colophon’a {neşr bilgisinin bulunduğu yer} yakın veya kapak sayfasına yazılmış okuma veya işitme sertifikasıdır. Bu sertifika sahibine metni nakletme (aktarma), okutma veya fetva verme hakkı sağlamaktadır. Bir anlamda okumanın yapıldığına şahitlik etmektedir. İcâzetü’t-tedris okutmaya müsaade etmektedir; icâzetü’s-semâ’ ise okumaya iştirak edildiğini ve okunan metni nakletmeye müsaade edildiğini göstermektedir {Avrupalı tarihçiler, modern üniversitelerdeki doktoranın izini Ortaçağ'da latince licentia docendi olarak adlandırılan öğretim üyeliği belgesine kadar sürmüşlerdir. Aslında licentia docendi, Ortaçağ Hıristiyan üniversitesinde ortaya çıkışından uzun süre önce aynı isimle, icâzetü't-tedrîs veya el-icâze bi't-tedrîs (öğretme izni) tabiriyle İslâm dünyasında ortaya çıkıp gelişmiş durumdaydı [1] }. Bu iki icâzet bir birine karıştırılmamalıdır. Bu makalede icâzetü’s-semâ’ ele alınacak ve okuma celsesinin tutanakları üzerinde durulacaktır. Bu tutanaklar genellikle metne eklenmektedir. Böylelikle metinlerin nakledilmesinde insan faktörü hakkında geniş bilgi elde edilebilmektedir. 

{Osmanlı eğitim sisteminde de öğrenciler, âmm (genel) ve hâss (özel) olmak üzere iki türlü icâzet almaktaydılar. Bir talebe hocasından okuduğu bütün ilimleri okutma yetkisini aldığı icâzetnâmelere genel icâzetnâme (icâzet-i ‘âmme); belli bir ilim dalıyla alakalı olarak okuduklarını okutma yetkisini aldığı icâzetnâmelere de özel icâzetnâme (icâzet-i hâssa) deniliyordu [2].}

İcâzet Arapça yazmaların (manuscript) dikkat çeken bir özelliğidir. Bir metnin eğitim, ilim veya kültür çevresinde nasıl faaliyette bulunduğunu göstermektedir. İcâzetler üzerinde yapılacak araştırma kullanılan metin veya yazmalarda insan  unsuru hakkındaki malumatımızı arttıracaktır. İcâzeti daha iyi anlamak için, İslâmî ilimlerin nakledilmesinde ferd ve şahıs unsurunun farkında olmak da önemlidir. Bundan dolayı önce bu mesele ele alınacaktır. Sonrasında Arapça yazmalarda icâzetü’s-semâ’ derlemesi ve analizi için bir plan önerilecektir.

Şahsî yaklaşım ve İslamî ilimlerde süreklilik

İslam dünyasında, Hırıstiyanlıktaki kiliseye benzeyen hiyerarşik bir yapı yoktur. Açıkçası bu doğrudur. İslam, Allah ve inanan arasında bir yer işgal ettiğini iddia eden, dinî ayinleri yöneten ve inanılacak esasları belirlemede tekel olduğunu farzeden ne  yanılmaz bir papaya  ne de karmaşık bir hiyerarşik sistem içerisindeki ruhbanlara sahiptir. Bu elbette İslam’da dinî bir organizasyonun tamamen olmadığı anlamında gelmez. Organizasyon sürekliliği sağladığından İslam’daki sürekliliğin dinamiği farklı yolda gelişmiştir. İslam’da Allah ile kul arasında bir aracıya gerek yoktur. Tıpkı bir müslümanın Allah ile irtibatının doğrudan ve şahsî olması gibi, dinî bilgilerin elde edilme yolu da böyledir. İslam dünyasında hoca talebe ilişkisi şahsîdir. Böyle bir sistem, kuşaklar boyu kendi sürekliliğini garanti altına alan güçlü bir itici güç üretmiştir.

Zamanla bu ferdî ve şahsî hali yansıtan muhtelif alanlarda İslam literatürü gelişmiştir. Bu, hadîs ilminin ortaya çıkmasıyla çok erken dönemde başladı. Hadîsin metni kadar metnin önünde bulunan râviler zinciri yani isnâd da önemlidir. Erken devir hadis kitapları sadece konuya göre değil aynı zamanda şeyhlere {hadisin alındığı raviler} göre de tasnif edilmiştir. Böyle hadisin alındığı şeyhlere göre tasnif edilen hadis kitaplarına müsned denir. Hadis ilminin yarısı ravilerin durumunu ele alan alan ilmü’r-ricâl’dir {İmam Buharî'nin şeyhlerinden olan Ali b. el-Medînî (v. 234/843), hadis ilmini ikiye ayırmıştır: hadis metinlerini anlamak ve hadis ricâlini tanımak.    Bu görüşe göre ilm-i ricâl hadis ilminin yarısı olmaktadır}. Sikâ (güvenilir) şeyhlerin oluşturduğu sahih bir silsile hadis metnini muteber kılar. Bu olmaksızın, ilk devir Müslüman âlimlere göre böyle bir hadis askıda kalır ve eksiktir. Pratik sebeplerden dolayı bu hadis metinleri ve râvi zincirleri yazıya geçirilmiştir. Ancak eski ideallere göre dinî ilimler en iyi şifahen aktarılmaktadır. Bundan dolayı isnadlar ilmin nakledildiği müteakip oturumların tutanakları olarak okunabilir. Dolayısıyla hadisin yazımı hadis ilminin bir boyutunu teşkil etmektedir. Aktarımdaki insan unsuru ve ilmin sürekliliği kaydedilen mesajın kendisi kadar önemlidir. “İlim sudurlardadır/hazıfalardadır, satırlarda/kitaplarda değil (el-ilmü fî's-sudûr lâ fî's-sutûr)” sözü bu düşünceyi yeterince özetlemektedir. 

İslam’ın hızlı yayılması ve farklı ilim dallarının çoğalması şifahî aktarımın ilmin tek nakil vasıtası olarak devam etmesine imkan vermemiştir. Savaş meydanlarında hâzıfların ölmesi Allah kelamının yazılmasını zorunlu kılmıştır. Daha sonraki safhada, tarihî ve hadis metinleri kaleme alındı {Hz. Peygamber'in sözlerinin bazı sahabeler tarafından Hazret-i Peygamber hayatta iken yazıldığı kaynaklarda geçmektedir. Ayrıca Kuran-ı Kerim'de kalem ve kitabete dair ayet-i kerimeler yazmaya verilen önemi göstermesi açısından manidardır}. Başlangıçta şahsî defterler kaleme alınırken sonraları bunlar daha geniş kitleleri düşünerek daha organize olmuş kolleksiyonlara dönüşmüştür. Nihayet, kitaplar olağan araçlar kabul edilmesine rağmen, ferdî ve şahsî yaklaşım bozulmadan devam etti. Bugün bizim yaptığımız gibi bir kitabın muhtevasını anlamak için okumak kâfi değildir. Klasik dönemde bir kitabın ya bir hoca ile, tercihen kitabın müellifi ile okunması gerektiği; bu olmaz ise yetkin ve itibarlı bir hocadan tedris edilmesi gerektiği düşünülüyordu. Okuma daha doğrusu tahsil tek başına yapılan bir faaliyet değildi. Bilakis göreceğimiz üzere içtimaî bir faaliyetti.

Ferdî ve şahsî yaklaşımın sonuçlarından biri olarak biyografi literatürü İslam dünyasında ortaya çıktı {Bu literatüre zemin hazırlayan faktörlerden biri de araplar arasında neseb ilmine (ilmü'l-ensâb) verilen önemdir. Araplar atalarının şecerelerini ezberliyorlardı. Bu sayede uzak ve yakın akrabalarını tayin edebiliyorlardı. Hatta şecere konusunda uzman olanlar (nessâbe) sadece kendi şecerelerini değil, diğer kabilelerin şecerelerini de ezberliyorlardı. Bu nessâbeler ezberledikleri şecerelerdeki şahıslar hakkında da istenildiğinde tarihî malumat naklediyorlardı [3]}. Bu tarz literatür Akdeniz medeniyetleri için yeni sayılmazdı. Klasik antik devirde, Plutarch’ın Paralel Hayatlar adlı eseri gibi biyografik literatür tarihî, didaktik, ahlakî ve bazende ideolojik amaçlara hizmet etmiştir. İslamî biyografik literatürünün bazısı benzer amaçlara sahipti; ancak ilave bir boyutu vardı. İlmü’r-ricâl ilmî salahiyetin (otoritenin) değerlendirilmesi için tenkitçi bir method haline geldi {İlk devir âlimlerinin "Allah, bu ümmeti, daha önceki hiçbir ümmete verilmeyen isnad, ensâb ve i'râb ile diğerlerinden ayırdı" dedikleri nakledilmektedir. Abdullah b. Mübarek'in "İsnad dindendir. O olmasaydı, herkes dilediğini söylerdi" dediği rivayet edilir. Ayrıca Abdülfettah Ebu Gudde isnad ile alakalı olarak el-İsnâd mine'd-dîn adlı kitap neşretmiştir}. Çok sayıdaki biyografik eserlerde ilmî ağlar ve nakil zincirleri ele alınmıştır. Buna iyi bir örnek olarak sikâ hadis ravilerini içeren ve biyografik bir sözlük  {tabakât} olan İbn Hacer el-Askalanî’nin (v. 852/1449) Tezhîbü’t-Tezhîb adlı eseri  verilebilir. {İbn Abdilber el-Kurtubî’nin (v. 463/1071) el-İstiâb fî-Ma’rifeti’l-Ashâb’ı 3500 Sahâbe’nin biyografi ve ağ bilgisini içermektedir. İbnü’l-Esîr el-Cezerî’nin (v. 630/1233) Üsdü’l-Ğâbe fî-Temyîzi’s-Sahâbe’si son cildi hanım Sahâbîlere ayrılmak üzere 8000 civarında kayıt içermektedir. İbn Hacer el-Askalanî’nin el-İsâbe fî-Temyîzi’s-Sahâbe’si 12279 Sahâbî hakkında malumat vermektedir. Ayrıca Zehebî’nin (v. 748/1347) Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Meşâhir ve’l-A’lâm adlı eserinde meşhur erkekler ve kadınlar hakkında 70 tabaka halinde düzenlenmiş 40000 civarında kayıt bulunmaktadır. Bu eserin yazma nüshası 20 büyük cilt tutmaktadır [4]}

Devamı var....


Referans ve Notlar

* Bu makale, Jan Just Witkam’ın The Codicology of Islamic Manuscripts (Editör Yasin Dutton,  London, 1995, s. 123-136) adlı kitapta neşredilen “The Human Element Between Text and Reader - The Ijaza in Arabic Manuscripts” makalesinin türkçeye notlar ilave edilerek yapılan tercümesidir. Tercüme, birebir aktarmadan ziyade mânâ odaklı yapılmaya çalışılmıştır. Eklediğim notlar, { } işaretleri arasına alınarak ana metinden ayrılmıştır. Makalenin orjinal haline buradan ulaşılabilir.

[1] George Makdisi, The Rise of Humanism in Classical Islam and the Christian West (İslâm'ın Klasik  Çağında ve Hıristiyan  Batı'da Beşerî Bilimler), Trc. H. Tuncay Başoğlu, İstanbul, 2009, s. 32.

[2] Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, cild 1, s. 203.

[3] Ayhan Tekineş, Geleneğin Altın Zinciri, İstanbul, 2006, s. 43-47.

[4] Recep Şentürk, Narrative Social Structure (Toplumsal Hafıza: Hadis Rivayet Ağı 610-1505), Trc. M. Fatih Serenli, İstanbul, 2004, s. 115.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder