İslâm medeniyeti, ilim üzerine inşa edilmiştir. Kitaplar, ilmin aktarılmasına vasıta olduğundan, İslâm medeniyetinde mühim bir yeri vardır. Ayrıca, kitaplar, muhtelif yazı stilleri, üzerlerine yapılan süslemeler ve ciltleriyle birer sanat eseri muamelesi görmüşlerdir. Bu yazıda, kitapların muhtevası üzerinde durarak, aralarındaki hiyerarşiyi ifade eden, metn, şerh, hâşiye, ta'lîka ve tekmîle gibi mefhumlar hakkında malumat verilecektir [1].
Yeri gelmişken, şerh-hâşiye türünden eserlerin muhtevasına dair bahis açmakta fayda görüyorum. Montgomery Watt gibi bazı müsteşrikler ve onların yerli/yabancı takipçileri, İslam medeniyetinin sahip olduğu şerh-hâşiye geleneğini küçümseyerek, bu türden eserlerin orjinallikten uzak olduklarını iddia etmişlerdir. Ancak böyle bir hüküm acelece verilmişti. Son senelerde, yazmalar üzerinde yoğunlaşan çalışmalar, şerh-hâşiye geleneği hakkındaki bu peşin hükümü iptal etmektedir [2]. 12-14 Ekim 2012 tarihlerinde California Üniversitesi - Berkeley'de “The Hashiyah and Islamic Intellectual History” adıyla tertiplenen konferansta, şerh-hâşiye geleneği ele alınmıştır [3]. İslâm medeniyeti bünyesinde üretilip günümüze intikal eden yazma sayısının 10 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların ancak %10'unun üzerinde çalışma yapılmış olması, bu sahadaki çalışmaların yeterli seviyeye ulaşması için daha çok zamana ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Dünya'da en çok yazma eser barındıran ülke olmasına rağmen, Türkiye'de şerh-hâşiye geleneği üzerine yapılan çalışmalar, henüz başlangıç seviyesindedir [4].
Yeri gelmişken, şerh-hâşiye türünden eserlerin muhtevasına dair bahis açmakta fayda görüyorum. Montgomery Watt gibi bazı müsteşrikler ve onların yerli/yabancı takipçileri, İslam medeniyetinin sahip olduğu şerh-hâşiye geleneğini küçümseyerek, bu türden eserlerin orjinallikten uzak olduklarını iddia etmişlerdir. Ancak böyle bir hüküm acelece verilmişti. Son senelerde, yazmalar üzerinde yoğunlaşan çalışmalar, şerh-hâşiye geleneği hakkındaki bu peşin hükümü iptal etmektedir [2]. 12-14 Ekim 2012 tarihlerinde California Üniversitesi - Berkeley'de “The Hashiyah and Islamic Intellectual History” adıyla tertiplenen konferansta, şerh-hâşiye geleneği ele alınmıştır [3]. İslâm medeniyeti bünyesinde üretilip günümüze intikal eden yazma sayısının 10 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların ancak %10'unun üzerinde çalışma yapılmış olması, bu sahadaki çalışmaların yeterli seviyeye ulaşması için daha çok zamana ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Dünya'da en çok yazma eser barındıran ülke olmasına rağmen, Türkiye'de şerh-hâşiye geleneği üzerine yapılan çalışmalar, henüz başlangıç seviyesindedir [4].
Metn
Yazıldığı ilmin temel kitaplarıdır. Talebenin o ilimde okuyacağı ve ezberleyeceği ilk kitapları teşkil eder. Mevzubahis olan ilmin/sahanın, temel mefhumları ve genel hatları verilir. Umumiyetle, o ilim üzerindeki farklı görüşlere yer verilmez.
Şerh
Metnler muhtasar olduğu için, ifadeleri çoğu zaman müphem ve müşkildir. Zaman geçtikçe anlaşılması daha da zorlaşır. Bu sebeple şerhler yapılmıştır. Şerhler, bu metnin kenarına veya metni içine alacak şekilde yazılır ve buradaki ifadeleri şerheder, açıklar. Şerhlerin bir kısmı, kitabdaki ifâde ve ibâreleri açıklar. Bazı bilgiler kritik edilir.
Hâşiye ve Ta'lîka
Hâşiyeler, umumiyetle kitabın altına yazılır. Şerhlerdeki bazı hususlar izaha kavuşturulmakla beraber, ilâve bilgileri de ihtivâ eder. Bunlara ekseriya ta’lîkat denir. Ta’lîka, kitap okunurken alınan notlar ve kitabın muhtevâsına dair yazılardır. Bazen de metn ve şerhde geçen bilgiler kritik edilir; zayıf, sahih ve mutemed görüşlere işaret olunur; hükümlerin delilleri incelenir ve daha evvel açıklanmamış meseleler vüzûha kavuşturulur.
Tekmîle
Müellifi kitabı tamamlayamamışsa veya bazı hususları eksik bırakmışsa, buna tekmîle yazılır.
Fıkıh ilminden misal olarak, Timurtaşî’nin (1004/1595) Tenvîrü’l-Ebsâr adındaki metin kitabını, Alâüddin Haskefî (1088/1677) Dürrü’l-Muhtâr adıyla şerhetmiş; İbn Âbidîn (1252/1836) de Reddü’l-Muhtâr adıyla buna hâşiye yazmıştır. İbn Âbidîn’in oğlu Alâüddin Muhammed de Reddü’l-Muhtâr üzerine babasının metn üzerinde bıraktığı ta’lîk, tahrirat ve itirazları da nazara alarak Kurretü’l-Uyûni’l-Ahyâr adlı tekmîlesini kaleme almıştır. Bütün bunlara Abdülkâdir Râfiî de Takrîrâtü’r-Râfiî diye bilinen ta’likatını yazmıştır. Şamlı Ahmed Mehdi Hıdır da Reddü’l-Muhtâr’a bir fihrist yapmıştır.
Referanslar
[1] Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul, 2006, s.151-152. Metin tasarruflarda bulunarak iktibas edilmiştir.
[2] Osmanlı ve öncesindeki felsefî eserler üzerine yazılmış şerh ve hâşiyelerin değerlendirilmesi için bkz. Robert Wisnovsky, “The Nature and Scope of Arabic Philosophical Commentary in Post-Classical (CA. 1100–1900 AD) Islamic Intellectual Hıstory: Some Preliminary Observations”, Bulletin of the Institute of Classical Studies, vol. 47, pp.149-191, 2004.
[3] Tebliğler Oriens dergisinde neşredilecektir. Konferansın sitesine buradan ulaşılabilir.
[4] Şerh-hâşiye meselesine giriş için bkz. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz – Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not, İstanbul, 2011.
[2] Osmanlı ve öncesindeki felsefî eserler üzerine yazılmış şerh ve hâşiyelerin değerlendirilmesi için bkz. Robert Wisnovsky, “The Nature and Scope of Arabic Philosophical Commentary in Post-Classical (CA. 1100–1900 AD) Islamic Intellectual Hıstory: Some Preliminary Observations”, Bulletin of the Institute of Classical Studies, vol. 47, pp.149-191, 2004.
[3] Tebliğler Oriens dergisinde neşredilecektir. Konferansın sitesine buradan ulaşılabilir.
[4] Şerh-hâşiye meselesine giriş için bkz. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz – Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not, İstanbul, 2011.
çok güzel bir yazı.kaleminize sağlık...
YanıtlaSil