10 Ocak 2008 Perşembe

"Doğu Kültürünün Avrupa Üzerindeki Tesirleri"

ATO Dergisi 6. sayının (1974) ilavesi Prof. Dr. Otto Spies'in 13 Mayıs 1949 tarihinde Braunschweig'deki Kant Yüksek Mektebi'nde verdiği konferansın metnini ihtiva etmektedir.

İlavenin takdim yazısını ve bazı iktibaslar yapacağım:

Takdim

Tanzimat hareketinden beri mazisinden koparılarak sistematik bir şekilde köksüzleştirilen Türk aydını, içinde yaşadığı cemiyetin yapısını -maalesef- herhangi bir orientalist (şarkiyatçı) kadar bilememektedir. Tercümesini takdim ettiğimiz bu konferansta Prof. Dr. Otto Spies'in anlattığı kadar olsun, Türk aydını mazisini tanıyabilseydi, Tanzimattan beri bir türlü üzerimizden silkip atamadığımız aşağılık duyguları benliğimizi böylesine sarsmazdı. Belki bugün içinde bulunduğumuz içtimaî buhranların en büyük bir kısmı ile karşı karşıya kalmazdık. Gerek ilmî, gerek içtimaî bakımdan Batıyı taklit etmeyip, "Biz bize benzeyebilseydik" herhalde günümüz dünyasındaki yerimiz bugünkünden daha iyi olurdu.

Öyle sanıyorum ki, bir zamanlar bütün dünyanın takdir ettiği ve taklit etmeye çalıştığı bir milleti, bugün başkalarını taklit etmeye iten sebepler ciddiyetle araştırılsa, meselelerimizin halline nereden başlamak gerektiği ayan beyan ortaya çıkar.

Günümüzün mazisinden koparılarak köksüzleştirilmiş aydınına, atalarının ilmî kapasitesini, bir yabancının kaleminden tanıtmak çok acıdır. Bu hususta çok şey söylenebilir. Ancak ben, büyük Türk şairi Yahya Kemal'in "Koca Mustâpaşa" adlı şiirinin son mısraları ile söyleyeceklerimi bitirerek, sözü, Prof. Dr. Otto Spies'e bırakmak istiyorum:

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.



Hemen hemen bütün ilimlerin tarihi Müslümanlar vasıtasıyla günümüze intikal etmiştir ve onların ilme katkıları hesaba katılmazsa ilimlerin tarihi eksik olur.



Kazvini, Avrupalıların banyo ve hamamlarını şöyle anlatır: "...Frenkler yılda bir veya iki defa soğuk su ile banyo yaparlar. Çamaşırlarını hiç yıkamazlar. Bir kere giyilen çamaşır parçalanıncaya kadar çıkarılmaz..."



İspanya'daki İslam Üniversiteleri Ortaçağ'da Avrupa'nın ilmi merkezleri haline gelmişti. Ortaçağ Avrupa'sındaki ilim adamları Kurtuba, Granada, Sevilla ve Toledo'daki İslam Üniversitelerinden feyz alırlardı. Ahmed-i Makkarî (I, sh. 90): "Dünyanın her tarafından Kurtuba'ya ilim tahsil etmek için talebeler gelirdi. Bunlar âlimlerin dizlerinin dibinden ayrılmaz, onların ilimlerinden istifade etmeye çalışırlardı." diye o devri anlatmaktadır.



En meşhur botanik alimi ve farmokolojist olarak tanınan İbnü’l-Baytâr, latinceye Simplicia adıyla çevrilen el-Câmiʿ li-Müfredâti’l-Edviye ve’l-Ağziye adlı eserinde 2600 çeşit bitkinin ilaç olarak nasıl ve nerede kullanılacağı açıklanmıştır.



Humboldt'un şu sözlerini zikretmeden geçemiyorum: "...Kimyayı ve eczacılığı ortaya çıkaran Müslümanlardır. Ancak onlardan sonra ve onların aracılığıyla bu ilimler Avrupa'ya gelebilmiştir..."



Bonn'lu bir astronom "Geshichte der Astronomie" adlı eserinde haklı olarak dediği gibi: "...Araplar antik mirası büyük bir olgunlukla ve kavrayışla devralmışlar, büyük gayretler sarfederek astronominin her sahasında ilerlemeler kaydetmişlerdir. Bu ilmi kendi kültür hayatlarının bir parçası haline getirebilmişlerdir. Denilebilir ki, astronomi Müslümanların elinde yükselme devri yaşamıştır..."



İlk uçuş denemesi 888 yılında İbni Firnas adlı bir Müslüman tarafından yapılmıştır. Tamamen ilmi esaslara dayanan uçuşunda İbni Firnas kendi yaptığı kanatlarla uzun zaman boşlukta hareket etmeye muvaffak olmuştur.(Makkarî, II. 254)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder