Şemseddin Günaltay’ın [*] meşhur İslâm tarihçileri ve eserlerini tanıttığı orijinal ismi İslâm’da Tarih ve Müverrihler olan eseri dikkate değer bilgiler içermektedir. Kitabın önsözünde İslâm tarihçilerinin ve kitaplarının genel hususiyetlerine temas eden yazar şunları yazmaktadır [1]: “İslâm tarihçileri, emek ve çabaları, ihata genişlikleri ve eserlerinde topladıkları bilgilerin zenginliği bakımından daha sonra gelenlerin şükran ve minnetine gerçekten hak kazanmışlardır. Gerçi bıraktıkları eserler bugünün bilimsel anlayışına göre metodik birer tarih kitabı sayılamazlar. Ama modern metodlara uygun olarak tarihî araştırmalarda bulunacaklar için değerli birer vesika hazineleridirler. İşte bu açıdan ele alındıklarında, eski tarihlerimizin değeri çok büyüktür.
…..
İslâm tarihçilerine yüklenen en büyük kusur, eserlerini yazarken eleştirel düşünceye yer vermemiş olmalarıdır. Bu yön doğru, fakat genel değildir. İbn Miskeveyh ve İbn Haldun gibi tarihçilerin eserlerinde gerçek bir eleştiri eğiliminin egemen olduğu göze çarpmaktadır. Eğer bu yazarlar bütünüyle başarılı olmamışlarsa, bunun nedeni biraz da yaşadıkları çağın politik ve toplumsal şartlarında, kamuoyundan tam bir destek görmemelerinde ve son olarak da iyi bir yargıya ulaşmak için gerekli olan bütün şartları ve vesikaları bulamamalarında aramak gerekir.
İbn Haldun’un Mukaddime’si, tarih felsefesinin bugün de değerini koruyan yüksek ilkelerini içermiyor mu? Hatta el-Bîrûnî, değerli bir ilim ve tarih vesikası olan el-Âsâru’l-Bâkıye mukaddimesinde, insanları gerçeği tahrife sürükleyen nedenleri açıklarken psikolojik bir hata teorisinin temelini atmış değil midir? Her halde eski büyük İslâm tarihçilerinin parlak ve keskin zekâlı müstesna birer bilgin olduklarını itiraf etmek kadirşinaslık gereklerindendir.
….
.. bir bakıma kusur olarak görülen bu durum [hâdiselerle alakalı rivayetleri kritik etmeden aktarmaları], sonrakiler için daha güvenli ve daha zengin bir inceleme alanı bırakmıştır. Çünkü araştırmacılar bu sayede tarihçinin kişisel yargılarının etkisi altında kalmaksızın doğrudan doğruya rivayet ve olgularla karşılaşmaktadır ki, bu da gerçeğe ulaşma imkanını arttıracak bir etkendir. Eğer tarihçiler eleştirel bir metod izlemiş olsalardı, doğal olarak, topladıkları bilgi ve vesikalardan yalnız kendi muhakemeleriyle ulaştıkları sonuçlara uygun olanları, bunları destekleyenleri kitaplarına alacak, kendilerine doğru görünmeyen rivayetleri ise dışarıda bırakacaklardı. Halbuki İslâm tarihçileri böyle yapmamışlardır. Aksine onlar tarihî rivayetler kendilerine ne şekilde ulaşmamışsa öylece kayıt ve zaptetmeyi görev bilmişler; bunları ta’lil ve tefsir etmekten ne kadar kaçınmışlarsa, kişisel kanaatlerine uygun bir biçime sokmaktan da o derece sakınmışlardır. Bundan dolaydır ki, İslâm tarihçilerinin olaylar ve rivayetler koleksiyonu niteliğinde olan eserleri, ilim ve tarih noktasından eski Yunan ve Roma yazarlarının edebî tarihlerinden daha değerlidir.
Evet, İslâm tarihçileri; genel olarak rivayetleri uzlaştırma ve birleştirmeyle uğraşmamış, eserlerini büyüleyici bir biçime sokma yapmacılığında bulunmamışlardır. Bu eserler samimî ve bilinçli bir doğrulukla toplanıp aktarılmış birer vakayinâmedir. Fakat bugün, bilimsel metodlarla tarihî araştırmalarda bulunacak kimselerin de arayacakları bu gibi kaynaklar değil midir?..”.
Tarihî araştırmalar için kaynak olabilecek ana kitaplardan biri olarak Ebu Ca’fer Muhammed bin Cerîr Taberî’nin Târihu’l-Umem ve’l-Mülûk adlı kitabı zikredilmektedir. Günaltay, bu kitap hakkında şunlar yazmaktadır: “.. aynı zamanda Ahbâru’r-Rusûl ve’l-Mülûk, Târîh-i Ca’ferî, Târîh-i Taberî adlarıyla da tanınır ve en önemli İslâm klasiklerden sayılır. İslâm dünyasının Herodot’u kabul edilen İbn Cerîr’in, kendisinden sonra gelen tarihçileri için geniş bir inceleme kaynağı olan bu eseri, yaratılıştan başlayarak Hicrî 302 (M. 924) yılına, yani ölümünden sekiz yıl öncesine kadar olan olayları içermektedir.
Kitap, derin bir vukuf ve uzun bir çalışmanın ürünü olup İslâm tarihinin başlıca abidelerinden biridir. Bu eserde İslâm’ın ilk dönemleriyle alakalı olarak, hiçbir eserle kıyaslanmayacak derecede önemli bilgiler vardır. Birçok hadîs ve menâkıb, birçok rivayet ve olay, tasarruf edilmeksizin, aynen toplanmıştır. Rivayetleri te’lif ve tevhid etmeyi bile bir tür tahrif kabul eden İbn Cerîr, bunları aynen ve birebir eserine almış olduğu gibi, râvilerinin adlarını da yazmayı ihmal etmemiştir. Eskiliği, yazarının kalitesi ve yüksek kişiliği, bu eseri en yüksek değere sahip kaynaklar sırasına çıkarmıştır”.
Türkçe’ye Târih-i Taberî adıyla tercüme edilen kitap hakkında yazar şunları kaydetmektedir: “İbn Cerîr Tarihi, daha o yüzyıllarda İslâm dünyasında önemli ve büyük bir yer kazanmış, Sâmânoğullarından Ebu Salih Mansur bin Nuh’un emir ve teşvikiyle veziri Ali Muhammed el-Bel’amî tarafından özet halinde Farsçaya çevrilmiştir (Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, I/176, Mısır baskısı). Fakat Bel’amî, Ca’ferî tarihinin özet halinde çevrisiyle yetinmemiş, eserinin girişinde kendisinin de itiraf ettiği gibi astronomi kitaplarından, İranlı Mecusî tarihçilerin eserlerinden ve Yahudilerin hurafelerinden de bir çok şeyler eklemiştir (D’Herbelot, Bibliothèque orientale, 843). Târih-i Taberî adıyla ünlü olan Türkçe tarih, asıl Târih-i Ca’ferî’nin çevirisi olmayıp Târih-i Bel’amî’nin hurafelerle dolu bir özetidir.”
Keşfü’z-Zunûn’da Târih-i Taberî’nin Türkçe tercümesine mehaz olan kitap hakkında şunlar yazmaktadır [2]: “Sâmânîlerin vezirlerinden Ebu Alî Muhammed el-Bül’umî bu kitabı farsçaya tercüme etti… bu kitapta Sâmânî Mansûr ibn Nûh’un, güvendiği kişi ve yakını olan Ebü’l-Hasan için 352 yılında bu kitabın tercüme edilmesini emrettiğini anlattı.Başka bir kişi de bu kitabı türkçeye tercüme etti, Anadolu halkı arasında elden ele dolaşan bu tercümedir.”
William H. Morley Arapça ve Farsça tarihî yazmalar hakkında hazırladığı katalogda el-Bel’amî’nin tercümesi hakkında şunları yazmaktadır [3]: “Bal’amî has omited in his translation the Isnads, or authorities, which are enumerated by At-Tabarî, and almost all the Arabic verses : he has in addition greatly abridged his original, though at the same time he has added much new matter – Bel’amî tercümesinde Taberî’nin teker teker zikrettiği isnadları ve Arapça beyitlerin neredeyse tamamını çıkarmıştır. Ayrıca orijinal metni özetlemekle birlikte yeni meseleler eklemiştir” .
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Şark-İslâm Klasikleri serisinde 5 cild olarak neşredilen Milletler ve Hükümdarlar Tarihi Hazret-i Peygamber’in vefatına kadar olan dönemi içermektedir.
Taberî tarihinin İngilizce tercümesi 18 yılda tamamlanarak, son cildi indeks olmak üzere 40 cilt halinde neşredilmiştir [4].
Referanslar:
[*] İslamiyet aleyhindeki faaliyetlerinden dolayı, şerrüddin olarak bilinir.
[1] Şemseddin Günaltay, İslâm Tarihinin Kaynakları: Tarih ve Müverrihler, Haz. Yüksel Kanar, İstanbul, 1991, s. 12-15.
[2] Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, Trc. Rüştü Balcı, İstanbul, 2008, Cild I, s. 277.
[3] William Hook Morley, A descriptive catalogue of the historical manuscripts in the Arabic and Persian languages: preserved in the library of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland, John W. Parker & Son, 1854, s. 18. Kitabın pdf haline buradan ulaşılabilir.
[4] Editör Ehsan Yar-Shater, The History of al-Tabarî, 40 cild, State University of New York press, 1989–2007.
Semseddin Gunaltan dönemine göre oldukca güzel seyler yazmis... Bugün onun söylediklerinin ötesine gecebilecek kapasiteye geldi Islam calismalari genel olarak, ama sanki memlekette Islam'i tarihci bir gözle tetkit etmeye karsi güclü bir direnc var. Tesekkürler paylasim icin
YanıtlaSilYapılan çalışmalar artmaktadır ve artarak devam edeceği ümidindeyim. Kanaatime göre yapılan çalışmaların en büyük eksiği analizden yoksun olmalarıdır. Bu ise mevcut ilmî altyapının yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır.
YanıtlaSil