Baykan Sezer'in kitaplarından ilk olarak Sosyolojinin Ana Başlıkları adlı kitabını okumuştum [Bu kitaptan yaptığım iktibasları Ağustos ayında siteye eklemiştim]. Toplum meselelerini tarihî bağlantılarıyla birlikte ele alması kitaplarının tamamını okumaya karar vermemdeki en büyük âmil oldu. İktibas yapacağım Batı Dünya Egemenliği ve Endüstri Devrimi [1] kitabından başka okuduğum Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları ve Doğu-Batı İlişkileri Açısından Batı Tarımı kitaplarının notlarını da en kısa zamanda ekleyeceğim. Şimdi Sosyoloji Yıllığı kitaplarının 12.ncisi Tarihte Doğu-Batı Çatışması adlı kitabın Baykan Sezer'in ders notlarına ayırılan bölümünü okumaktayım. Sırada olan üç kitap: Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, Sosyolojide Yöntem Tartışmaları ve Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları.
Sezer, Batı Dünya Egemenliği ve Endüstri Devrimi adlı kitabında endüstri sosyolojisiyle alakalı sorunları iki bölümde ele alıyor. Birinci bölümde kurulu Batı endüstri sosyolojisinin tarihçesini ve ana konularını tartışıyor. İkinci bölümde ise kendi görüşlerini belirterek temel konularda tutumumuzun ne olması gerektiği üzerinde duruyor.
Endüstri ve Sosyoloji…
İktisat sosyolojisi daha geniş konuları kapsamaktadır. Endüstri sosyolojisi ise, iktisat sosyolojinin konuları arasında ancak endüstri devriminden sonra tarih sahnesinde görülen özel bir toplum türünün açıklanması ve gelişme yasalarının gün ışığına çıkarılması, endüstrileşmeyle birlikte başlamış toplumsal ilişkiler ile ilgilenir. s.1
“Endüstri sosyolojisi” adını seçmemizde ikinci bir neden de, sosyoloji tarihinde bu başlığın belli bir anlam taşıması ve sosyoloji bilgilerinin ilk kez ve en yaygın bir biçimde gündelik amaçlara ve uygulamaya yöneldiği alan olarak karşımıza çıkmasıdır. s. 2
XIX. yüzyıl düşünürlerinden Lorenz von Stein’in “Endüstri üretim metodlarının kabulü ile ortaya çıkan toplum hareketine hâkim olmamız gerek. Ancak bunu yapabilmemiz için önce bu hareketin kanunlarını bilmeliyiz” sözü, sosyolojinin bir bilim dalı olarak XIX. Yüzyılda Batı Avrupa’da doğuşuna yol açan kaygıları ve bu olayda endüstrileşme akımının oynadığı rolü çok iyi özetlemektedir. s. 2
Toplum yaşamı üzerinde insanoğlunun etkili olabileceği inancı ve bunun yanında pratik kaygılar, bir dizi pratik önerilerin ileri sürülmesine yol açmıştır. Ve bu arada XIX. yüzyıl Avrupa’sında en büyük kaygı ne Doğu ülkeleri ve ne de dolaylı olarak kendi dünya egemenliklerini kaybetmek olasılığıydı. En önde gelen kaygının kaynağı, kendi bünyelerinde başlayan işçi hareketleriydi. s.3
Sosyoloji, ülkemizde çok daha önceden saptandığı sanılan sorunlara hazır reçeteler getirecek bir bilim olarak görülmüş ve sosyoloji bilgisi bekletilmeden uygulama alanına yöneltilmek istenmiştir. ….. endüstri sosyolojisinin Türkiye’de sözü edilen görüş üzerinde büyük etkisi olmuştur. Le Play’in Sabahattin Bey aracılığıyla başlayan etkisinin bu sosyoloji anlayışının yurdumuzda oluşmasında büyük katkısı olmuştur. s. 5
Türkiye’de Batı sosyolojisinin etkilerini duyurmaya başladığı yıllar, yurdumuzda Batıcılaşma çabalarının yoğunlaştığı dönemlere rastlamaktadır. Batıcılaşma, Osmanlı düzenini kaldırmayı ve topluma bilinçli bir biçimde yeni bir yön vermeyi kendisine amaç edinmiştir. Endüstri sosyolojisi bunun olabilirliğini öğretmekte ve toplumun yazgısına egemen olabilme yollarını göstermektedir. s.5
Sosyoloji, Batı’da doğmuş ve bize Batı’dan aktarılmış bir bilimdir. …. Sosyolojinin kendi geleneği içinde Batı görüşü egemendir. … Sosyolojinin Batı’da doğmuş olması, bizlerin de bu konuları anlamaya, araştırmaya çalışmamızı yasaklayamaz. Anca bugün sosyolojinin bağlı olduğu gelenek ve kaynakların bilincine varmak, onları bir eleştiriden geçirmek yurdumuzda sağlıklı sosyoloji çalışmalarının gerektirdiği bir zorunluluktur. s.6
Frederic Le Play…
Endüstri sosyolojisinin ilk ve en tipik habercisi olarak karşımıza Frederic Le Play çıkmaktadır. …. Frederic Le Play, Fransa’da “science sociale” okulunun kurucusudur. Öğretileri bu okul üyelerince sürdürülmüştür. Fransa’daki “science sociale” okulunun bu çalışmalarına karşılık Frederic Le Play’nin bugünkü gerçek izleyicisi Amerikan uygulamalı sosyolojisidir. s. 9
Frederic Le Play, 1806-1882 yıllarında yaşamış bir Fransız sosyologudur. Yaşamı boyunca üç işçi ayaklanmasına tanık olmuştur (1830, 1848 ve 1871 ayaklanmaları). … Le Play [45000’e yakın işçinin çalıştığı madenleri işletiyordu], kendi deyimi ile maden mühendisliğinden toplum mühendisliğin kaymaya başlamıştır. s. 9
Le Play’nin toplum bilimleri için önerdiği önce toplumdaki en küçük ve dolayısıyla da en basit birimin saptanmasıdır. En basit ve en küçük birim üzerinde çalışmanın üstünlüğü, üzerinden etkili olabilmek ve denetleyebilmek olanaklarının bulunmasıdır. Toplumda en küçük birim olarak Le Play aileyi almaktadır. Araştırma alanı olarak ve topluma yön verebilmek için ailenin ele alınmasının birden çok nedeni vardır. Aile, toplum içinde en çok süreklilik gösteren kurumdur. Yine aile toplum yaşamı içine köklü bir biçimde yerleşmiştir. Günlük yaşamı büyük ölçüde etkilemektedir. Ve son olarak aile öbür kurumlara oranla çok daha gelenekçi kalabilmiştir. Frederic Le Play, aileler içinde işçi ailelerini ele almaktadır. Bunun da açık nedenleri bulunmaktadır. Önce Batı toplumlarında aileler arasında sayıca üstünlük, işçi ailelerinde bulunmaktadır. Ayrıca Le Play’nin gerçek tasasını, işçi sorunları oluşturmaktadır. s. 11
Endüstride Yoğunlaşma…
XIX. yüzyılın başlarından bu yana Avrupa’da kapitalizmin yerleşmesi ile endüstri, bir çok iktisadî ve toplumsal devrimlerle birlikte yeni bir aşama çizgisine ulaşmıştır. XVI. yüzyıldan bu yana uygulanan merkantilist sistemin de yardımıyla yeni ticaret yollarının getirdiği zenginlikler, Avrupa’nın belli merkezlerinde sermayeye dönüşmeye hazır bir biçimde birikmeye başlamıştır. Yeni ticaret yollarını işletmeye açmanın getirdiği üstünlüklerin kârının giderek azalması karşısında bu üstünlükleri kalıcı bir biçim kazanması zorunluluğu, Avrupa içinde elverişli koşullarla da karşılaşınca günümüzde de süregelen endüstri devrimi başlamış oldu. s.27
[Endüstri] Yoğunlaşma olayıyla birlikte işletme yönetiminde yönetim ile mülkiyetin biribirinden kopması biçiminde görülen başlıca değişiklik asıl başka bir olayla birleşince önem kazanmaktadır. Yönetici, işletmenin kaderine işletmenin başarısıyla, kârla bağlanıp ücretli bir memur durumuna düşünce işletmelerin bürokrasinin egemenliğine geçtiğini söylememiz gerekmektedir. s. 34
Mülkiyetle yönetimin biribirilerinden kopmaları sonucu ortaya yeni bir olay çıkmıştır. Fakat bu yeni olay, bürokrasi kavramıyla açıklanamamakta, en azından bürokrasinin alışılmış anlamının dışına taşmaktadır. Bu nedenle olayı yeni bir kavramla, teknokrasi kavramıyla açıklamakta yarar görülmüştür. ….. teknotrat yöneticinin bürokrat gibi işi ile olan ilişkisi yalnızca değişmeyen ücretle sınırlı kalmamaktadır. Verilen primler ve uygulanan başka düzenlemelerle günümüz teknotrat yöneticisi, işletmenin başarısıyla yakından ilgili olmaktadır. s. 35
Endüsti Toplumları…
Büyük seri halinde imalat, XIX. Yüzyıldan bu yana Batı kapitalizminin başlıca eğilimi olarak tanıtılmaktadır. Kitle tüketiminden ise günümüzde söz edilmeye başlanmıştır. Oysa büyük seri halinde imalat, ancak kitle tüketimi ile birlikte yürütülebilirse söz konusu olabilir. Günümüzde de iş günü, insanların yaşamlarının en önemli bölümünü oluşturmayı sürdürmektedir. Fakat gitgide kendisine yabancılaşan kayıtlı yavan bir-iki harekete indirgenebilen iş uğraşlarından doyum, dolayısıyla kendi benliğini bulmak fırsatını yitiren Batı insanının yaşamında belli bir biçimde iş-dışı uğraşlar, boş zaman önem kazanmaktadır. Yine iş gününün kısalmak eğiliminde olması, söz konusu gelişmeye yeni bir hız vermektedir.
İş-dışı uğraşların önem kazanması, ancak insanın kişiliğini ve bu kişiliğe bağlı olarak doyumlarını tüketim aracılığı ile gerçekleştirmesiyle mümkün olmaktadır. Bu durumda Batı ülkelerinde görülen en önemli olaylardan birisi de artık işbirliğinin yerini tüketim birliğinin almış olmasıdır. Batılı bir kişi, topluma bağlılığın bilincini belli bir üretim birimine işi dolayısıyla katılmakla değil belli marka, belli çeşit malları yine belli bir bileşim içinde tüketmekle kazanmaktadır. …. Günümüzde bu ülkelerde [Doğu ülkelerinde] Avrupaî, Batılı kimse denilince Batı örneğinde bir iş sahibi kadar ve hatta daha önce Batı örneğinde bir tüketici akla gelmektedir. Bir kişi, ister fabrikatör olsun, geleneksel yaşayış biçimini sürdürüyorsa Avrupaî tip değildir. Öte yanda Batı düşüncesiyle beslenen, Batı giyinişine özenen, Batı kolaylıklarından yararlanan kişi, işsiz-güçsüz bir kişi de olsa, Avrupaî-Batılı sayılmaktadır.
Batı uygarlığında tüketim temel öge olması sonunda Batı ülkeleri kendilerini “tüketim toplumu” adı altında tanımlamaya başladılar ve bunun açıklamasını da teknik uygarlığın gelişmesine bağladılar. s. 41.
Batılı, Batı kültürü almak ve belli bir tüketim ilişkisine girmekle kendisinde toplumun bir üyesi olmak hakkını görmektedir. Böylece doğrudan kazanılması güç birlik bilinci, kitle kültürü aracılığıyla ve biraz da hazır elde edilmektedir. s. 42
Makine, Batı’da insan çevresine yeni bir görünüm de kazandırmakta ve sonuçta insanın çevre ile olan ilişkilerini ve özellikle iş uğraşlarını etkilemektedir. Gerçekten de Batı’da makine ve makine tekniği günümüzde insan yaşamının her kesimine yayılmıştır. Bu yaygınlaşma, okullarda mantık diye “modern mantık” adı altında makine mantığının okutulmasına kadar varmıştır. s. 42
Az-gelişmişlik Kavramı…
Batı-dışı ülkelerde endüstrileşme, bu ülkeleri belirleyen toplumsal yapı ve düzenlerin kendi gelişme çizgilerinin bir aşaması olarak da ortaya çıkmamıştır. Aksine bu ülkelerin tarihlerinde bir kopukluğa neden olmaktadır. Bu durumda da endüstrileşmeyi ölçü olarak alınca bu ülkelerin ne olduklarını değil, ancak olumsuz yönde ne olmadıkları belirtilebilmektedir. s. 44-45
Bugün iktisadî kalkınma diye sözü edilen, övgüsü yapılan iktisadî kalkınmanın kendisi değildir. Belli toplumların iktisadî gelişmelerinin belli bir çizgisinde elde ettikleri ürünlerdir. Tüketim mallarıdır. Kendi öz yapılarının açıklamasını bir yana iterek Batı’nın günümüzdeki üstünlüğüne bakıp da Batı-dışı ülkeleri olumsuz yönde sınıflandırma çabalarına girişmek, bu ülkelerin içinde bulundukları sorunları anlamamıza izin vermeyeceği gibi iktisadî gelişmede izlenmesi gereken yolun tam aydınlığa kavuşmasına da yardımcı olmayacaktır. s. 45
Endüstri Toplumlarının Tarihî Gelişimi…
Günümüzde kullanılan, anlaşılan anlamıyla endüstri olayı, Batı’nın dünya egemenliğini sağlayan ilişkilerin biçimlendiği bir olaydır. Batı bugün kendi tanımı içine dünya egemenliğini de katmış bulunmaktadır. Bu nedenle Batı’nın dünya egemenliğini belli tarihî koşulların bir sonucu olmak yerine kendi benliğinde bulunan bazı niteliklerin sonucu olarak görmek istemesi, endüstri ile ilgili temel sorunları tartışma dışı bırakmaktadır. s. 51
Endüstri, sözlük anlamıyla, “Hammaddeleri işlenmiş hale sokup değerlendirmeye yarayan işlem ve araçların tümü” demektir… Fakat endüstri kelimesinin sözlük anlamında söz konusu edilen işlemler, bütün insan topluluklarını ve bütün tarih dönemlerini kapsayacak genelliktedir….Bu tanımlara göre endüstri olayına Orta Çağda olduğu gibi Doğu toplumlarında da tanık olmamıza karşılık öte yanda günümüz Batı endüstrisi kendisine toplum ve çağlar arasında yapılacak ayırımlarda bir ölçüt olabileceği görüntüsünü vermiştir. s. 52
Endüstri Devrimi Öncesi...
Endüstri devrimiyle birlikte Batı’nın siyasî üstünlüğüne dayalı yeni dünya dengesinin Doğu aleyhine getirdiği sorunların için Doğu’ya Batı’nın teknik düzeyine ulaşmasını önermek Batı toplumlarının iç çelişkilerinde ortaya çıkan sorunlara bütün sınıfları mülk sahibi yaparak çözüm aramakla eş anlama gelir (Bugün Batı’da işçilere kârdan pay ya da işletmelerin hisse senetlerini dağıtarak toplumsal gerilimleri gidermek girişimleri bulunmaktadır. Bu girişimlerin nasıl bir sonuca varabileceği bizim tartışma konumuzun dışındadır). Ayrıca bugün Batı teknolojisi, Batı üstünlüğünün bir aracı fakat aynı anda bir simgesidir. Doğu’nun Batı teknolojisine sahip olabilmek çabalarıyla Batı üstünlüğünde dile gelen günümüz dünya dengesinde değişikliklere yol açılmayacağı gibi bu dengeye bazı sınırlı çıkarlarla Doğu’yu da bağlamak ve Doğu’yu da ortak etmek sonucunu getirecektir. Böylece Doğu kendi lehine yeni bir dünya dengesi kurabilmek için gerekli ve bağımsız araçlardan da yoksun bırakılmaktadır. s. 56
Teknik, objektif bir üstünlük ölçüsüdür… Teknik, toplumlar arası ve toplumlardan bağımsız olaydır… Biz, Batı’dan yalnızca teknik alcağız…
Bu görüşlerin ortaya atıldığı dönemlerde bizlere tekniklerini ithal edebileceğimiz ülkeler olarak Batı toplumları tanıtılmıştır. Ve Batı’daki ileri teknolojinin övgüsü yapılmıştı. Bu görüşler, gerçekte daha geniş bir tutumun belirtisidir. Batı tekniğinin övgüsü, karşımıza hangi adla çıkarsa çıksın (uygarlık düzeyine erişme, çağdaşlaşma ya da endüstrileşme) Batı’ya yönelmenin, Batıcılaşma çabalarının bir parçasıdır. s. 57
Tarihte büyük izler bırakan, bir çağı kapayıp yeni bir çağ açan olay İstanbul'un, Hindistan yolunun Doğu'nun öncüsü ve koruyucusu Osmanlıların eline geçmesidir... İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesinden önce Hindistan yolunda Bizans egemenliği sürmekteydi. Bizans, Hindistan yolu üzerinde güvenlik ve sözcüsü olduğu Batı'ya Doğu-Batı ticaretinde ek çıkarlar sağlamakla yetinmiştir. Gerçekte ticareti düzenleyenler, Bizans koruması altında İtalya kent-devletleriydi. Bizans, koruma görevi karşılığı aldığı harçla yetiniyordu. Osmanlı, İstanbul ile birlikte Hindistan yolunda mutlak egemenliği ele geçirince yanında, Bizans yanında Cenevizlilerin ya da Venediklilerin oynadığı rolü oynayabilecek Doğulu tüccar topluluklar bulamamıştır. Doğu-Batı ticareti, Doğulu tüccarlar eliyle de olsa, sürdüğü sürece Batı bu ticaret üzerinde Doğu'nun egemenliğini benimseyebilir ve böylece Doğu-Batı ilişkileri, Osmanlı denetimi altında daha değişik bir gelişme gösterebilirdi. XVI. yüzyılda Osmanlı denizcileri, Akdeniz'de Doğu tüccarlarına yol açmak için Batı gemilerini kovalamış olsalardı başarıları sürekli olurdu. Ama yerine yeni bir şey getirmeden Akdeniz ticaretini baltalayacak bir biçimde Batı gemilerini kovalayınca başarıları da geçici olmuştur. Bu durum Batı'ya, karşısında muhteşem bir Osmanlı egemenliği de bulunsa, koskoca Afrika kıtasını dolanmak güçlüğüne göğüs germek gerekse bile yeni bir çözüm, yeni ticaret yolları aramayı kaçınılmaz kılmıştır... Osmanlı, dünya ticaretinin kendi denetiminin dışına çıktığını görünce (yeryüzündeki ilk Amerika haritalarından biri Pirî Reis haritasıdır. Osmanlı sanıldığınca yeryüzünde olup bitenden bilgisiz değildir) Yakın-Doğu ticaretini canlandırabilmek için yerlerini Doğulu tüccarlarla doldurtamadığı Batılılara, açık deniz ticaretinin çekiciliğini gölgeleyebilmek amacıyla kapitülasyonlar vermeyi kabul etmiştir. Bu nedenle kapitülasyonların Batı'nın oyunu olmaktan öteye anlamı vardır. s. 59
Devamı var....
Referanslar
[1] Baykan Sezer, Batı Dünya Egemenliği ve Endüstri Devrimi, Ankara, 1997.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder