8 Şubat 2011 Salı

Osmanlı Düşünce Hayatı Nasıl Anlaşılabilir?

Dünya tarihine yön vermiş ve altı asır hüküm sürmüş bir devletin düşünce hayatı nasıldı? Bu mevzuda yapılacak tedkik nasıl icra edilmelidir? Bu tedkik, araştırmacıdan asgari neler istemektedir?

Bir sistemi layıkıyla anlayabilmek, o sistemin sahip olduğu hususiyetleri anlamaktan geçmektedir. Bu sistem bir devlet ise onu devlet yapan insanların ortak değerleri ve düşünce dünyası iyi anlaşılmalıdır ki yapılan araştırma bir neticeye ulaşabilsin. Bu araştırmada muvaffak olmanın en mühim şartı günümüze ulaşmış yazılı materyallere müracaat etmektir. Bu eserleri okumak için gerekli dil bilgisi belki halledebilebilir. Ancak dili öğrenmek, bize ulaşan materyalleri doğru anlayacağımızı  garanti etmemektedir. Mevcut eserler muhtelif ilmî seviyelere sahiptir. Bu eserler ekseriyetle mevcut sistem (medrese) içerisinde yetişmiş bilginler tarafından üretildiğinden, onları anlayabilmek için yazıldıkları zamanda elzem olan temel ilimlerle donanmış olunmalıdır. Tahsin Görgün, Osmanlı dönemi âlimlerinin yazdıklarını anlayabilmenin olmazsa olmazlarını sıralarken şöyle yazmaktadır [1]: "... iyi bir dilbilimi-dil felsefesi (hem klasik hem de modern anlamda) bilgisine vâkıf olma, iyi birer mantık ve metafizik tahsiline sahip olmak ve fıkıh usûlü ile bağlantılı olarak en azından -Hidâye  ve Dürer [2] gibi- temel fıkıh kitaplarından birisini iyi derecede biliyor olmaktır. Burada 'iyi' ifadesi ile neyin kastedildiğini biraz tasrih etmek gerekirse, dilbilimi alanında klasik eserlerden meselâ sarf alanında Maksûd'un [3] şerh ve hâşiyelerinden yeterince okumuş olmak, Molla Câmi'nin Kâfiye [4] şerhi (el-Fevâ'idü'z-Ziyâ'iyye) ile el-Mutavvel'in [5] anlaşılmış olması; mantık alanında hiç değilse Fenarî [6] ve ona yazılmış olan hâşiyelerden yeterli bir kısmının bilinmesi; metafizik alanında da en azından Metâli [7] ve Şerhu'l-Mevâkıf'in [8] okunmuş olması şarttır. Bunları bilmeyenin Osmanlı ulemasının yazdığı en ufak bir risâleyi bile anlama imkânı olmadığı gibi, onlar hakkında söyleyecekleri sözün de herhangi ilmî bir kıymeti olamaz. Bu vasıflara sahib olmayanların bu hususta söyleyecekleri sadece lafzî seviyede kalan -ne kadar anlamlı olduğu belli olmayan- bazı laflardan ibâret kalacaktır... Bütün bu söylenenlerden hareketle, Osmanlı Düşüncesi'ne yaklaşmanın, ancak onun bulunuş şeklini dikkate alarak mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Düşüncenin bulunuş şekli, düşüncenin taşıyıcılarının bulunuş şekli ile doğrudan irtibatlıdır. Düşüncenin taşıyıcıları, doğuştan taşıyıcı olmadıkları için, bunu sonradan 'iktisab' ederler. Osmanlı Düşüncesi'ne ulaşmanın olmazsa olmaz ön şartı, bu düşünceye ulaşarak onu taşıyanların geçirdikleri aşamaları geçirmektir. Bu aşamaları geçirmeyi bir kenara bırakın, böyle bir 'seyr ü sülûk'a girmesi mümkün olmadığı için, herhangi bir şekilde irtibat kurması da mümkün gözükmemektedir".


Referanslar

[1] Tahsin Görgün, "Osmanlı Düşüncesi Nasıl Anlaşılabilir? - Osmanlı Düşüncesi'nin Araştırılmasında Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üzerine", Türklük Araştırmaları Dergisi, Sayı: 13-14, İstanbul, 2003, s. 29-46. Makalenin pdf haline buradan ulaşabilirsiniz.

[2] Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuku Tarihi (İstanbul, 2006, s. 154-155) kitabında El-Hidâye hakkında "Merginânî (593/1197)’ye aittir. Merginânî, önce İmam Muhammed’in el-Câmi’üs-Sagîr ve Kudûrî’nin Muhtasar’ına istinâden Kifâyetü’l-Mühtehî adında seksen cildlik bir eser kaleme almış; sonra bunu çok uzun bulup daha bitirmeden el-Bidâye adıyla kısaltmış, bunu da el-Hidâye adıyla şerhetmiştir. Hidâye, mevzuları derli toplu ele alışı ve üslubunun güzelliği sebebiyle Türkistan’da olduğu kadar, Osmanlılar tarafından da çok itibar görmüştür. Bu eserde, yeni başlayan ilim talebesini îkaz sadedinde hususî tâbirlere ayrı bir yer verilmiştir" ve Dürerü'l-Hükkâm hakkında ise "Osmanlı şeyhülislâmı Molla Hüsrev (885/1480)’e aittir. Müellif Gürerü’l-Ahkâm adlı eserini bu isimle şerhetmiştir. Osmanlılar zamanında medrese ve mahkemelerde bir devir esas tutulan eserlerin başında gelir" yazmaktadır. Dürerü'l-Hükkâm, Tercümetü'l-Gürer ve'd-Dürer adıyla türkçeye tercüme edilmiştir. Tercümenin pdf haline buradan ulaşabilirsiniz.

[3] Maksûd, Osmanlı medreselerinde Emsile ve Binâ'dan sonra okutulan üçüncü sarf (morfoloji/kelime-şekil bilgisi) kitabıdır. İmam Birgivî, Maksûd'un İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine ait olduğunu yazmaktadır.

[4] Nahiv (sentaks/sözdizimi) üzerine olan Kâfiye,  İbn Hâcib'in  (v. 646/1248) eseridir.

[5] Belâğat üzerine olan el-Mutavvel ‘ale’t-Telhîs,  Sa‘düddîn Teftâzânî'nin (v. 791/1389) Telhisü'l-Miftâh adlı esere yazdığı şerhtir.

[6] Fenarî 'alâ İsagoci, Osmanlı Şeyhülislamlarından Molla Fenarî'nin (v. 834/1431) İsagoci mantık kitabı üzerine yazdığı şerhtir.

[7] Kelâm ilmiyle alakalı olan Metâli, Şemseddin el-İsfehânî'nin (v. 746/1345), Kâdî Beydâvî (v. 692/1292) tarafından kaleme alınan Tevâli'ul-envâr adlı muhtasar metne yazdığı şerhtir.

[8] Kelâm ilmiyle alakalı olan Şerhu'l-Mevâkıf, Seyyid Şerif Cürcânî'nin (v. 816/1413), Adudiddîn  el-Îcî (v. 756/1355) tarafından kaleme alınan el-Mevâkıf adlı esere yazdığı şerhtir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder