Baykan Sezer'in Sosyolojinin Ana Başlıkları adlı eseri [1], hem sosyolojinin Batı ve Türkiye minvalinde seyrini takdim ediyor hem de tenkidini yapıyor. Eserden yaptığım iktibaslar:
Biz toplumumuzun sorunlarının sağlıklı bir biçimde ele alınabilmesi için tarihimizin doğru değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. s.2
Buradan toplumların gelişmesini insan aklının gelişmesine bağlamak için bir adım kalacaktır. Ve bu adım da atılacaktır. İnsanlığın gelişmesini aklın gelişmesine bağlama eğilimi Aguste Comte'da "Üç Hal Kanunu" (teolojik, metafizik, pozitif düşünce) kuramında daha da belirgindir. Böylece Batı, sorunlara kendi içinde bir açıklama ve çözüm bulmaktadır. Sorun ve çözümün Batı ile sınırlanması bir yana insan aklı ile sınırlanmakta ve bireyin gücü ve çabası içerisinde kalmaktadır. Elbet söz arasında bunun için Saint-Simon ve Auguste Comte gibi akıllı ve bilgili olmak gerekmektedir.
Saint-Simon da, Auguste Comte da akla ve özellikle akıllarına büyük güvenle iyimserlik içinde toplum sorunlarını açıklamaya koyulacaklardır. Fakat bu açıklamalarında bazı güçlüklerle karşılaşmaktan geri kalmamışlardır. Ancak bu güçlüklerin kendi açıklamalarının yetersizliğinden kaynaklanabileceğini kabul etmeye yanaşamayacaklardır. Yine de bu güçlükler, açıklamalarını bilimsel bir sistem olarak sunmalarını engelleyecektir. Bu durumda kuramlarını bir inanç konusu olarak tanıtmaya başlayacaklardır. Saint-Simon "Yeni Hıristiyanlık" adlı kitap yazmaya koyulacak, Auguste Comte ise "insanlık dini"nden söz etmeye başlayacaktır. s.81-82
Weber'in görüşüne göre kapitalizm protestanlığın bir ürünüdür. Eğer biz bugün endüstri devrimini yapamamış, dolayısıyla henüz kapitalist aşamaya ulaşamamış bir ülke isek bu, protestan olmayışımızın bir sonucudur. Bazıların deyimiyle, az-gelişmişliğimiz, müslüman oluşumuzun bir sonucudur. Ve günümüzde dünyada görülen denge ya da dengesizlikler insanların kendi inançlarının ürünü olmaktan başka bir şey değildir. s. 109
Gerçekten uygarlık düzeyi düşük bazı topluluklarda görülen teknik donatımın sınırlılığından yola çıkılarak bütün Batı-dışı toplumları aynı etiket altında toplayacak "az gelişmişlik" kavramı geliştirilmiştir. Bununla da kalınmamıştır. Teknik donatımın toplumun örgütlenmesinde ve yaşamında etkili olduğu ileri sürülmüştür. Ve Batı da kendisini ileri tekniğiyle tanımlama yolunu seçmiştir. s. 122
Teknik donatımın tarihte böylesine önemli sayılması sonucu Batı-dışı toplumların tarih dışı kaldıkları söylenecektir. Bu doğrudur yine sınırlı bazı topluluklar için. Ancak buradan da bazı genellemelere gidilmiştir. Bütün Batı-dışı toplumlar dolayısıyla tarihsiz sayılmıştır. Ve tarih dönemlendirilmesi Batı gelişmelerine bağlanmıştır. Eski, Orta ve Yeni Çağlar doğrudan Batı tarihinin aşamalarına işaret etmektedir. s .123
Bilindiği gibi giderek Batı kendi üstünlüğü ve yerini kendi düşünce sisteminde ve daha öteye hıristiyanlıkla açıklamaya kalkışmıştır. Batı bugün endüstri devrimini yapmış ise ve endüstri devrimi ile belli üstünlük elde etmiş ise bunu akılcılıkla uyuşabilen hıristiyanlık dinine borçludur. Bizlerin sorunlarının kaynağı ise bu durumda elbet İslâmiyet olmaktadır. İslâmiyet, özünde tutucu ve toplumsal gelişmelere karşı bir dindir. Bizim de Batı'ya ayak uydurabilmemiz için hıristiyanlaşmamız ya da en azından İslâmiyet inançlarından elde geldiğince uzaklaşmamız gereklidir. s. 125
Eğer teknik toplumların alt yapılarının oluşmasında önemli etkinliğe sahip ve uluslar arası nitelikte ise günümüzde toplumlar arası farklılıkların görülmemesi gerekirdi. Oysa durum çok daha farklıdır. Bu durumda yeni bir kavram eklenecektir uygarlığın yanına. Kültür olaylarından söz edilecektir. Ve toplumların kimliklerini kazandıran olayların bu kültür olayları olduğu söylenecektir.
...
Kültür, bu durumda belli uygarlık çevreleri içinde her topluma kendi özelliklerini kazandıran nitelikleri olarak tanımlanacaktır. Elbet bazı güçlüklere neden olmaktadır, kültür ve uygarlık ayrımı. s. 127
Batı'da sosyolojinin XIX. yüzyılda Batı'nın karşılaştığı iki önemli soruna karşılık bulabilmek amacıyla öncelikle ortaya çıktığını belirtmiştik. Bu iki ayrı soruna karşılık arama gereği ...
Batı'nın XIX. yüzyıldan bu yana karşılaştığı sorunlardan birincisi dünya egemenliği konusuyla ilgilidir. Sosyolojinin de başlıca konusudur.
Batı'nın ikinci önemli tasası ise kendi iç sorunları ve bu sorunların çözümleriyle ilgilidir. Gerçekten XIX. yüzyılda Batı'da iç çekişmeler önemli boyutlara ulaşmış bulunuyordu. Bu nedenle sosyolojinin ikinci dizi temel kavramları da Batı iç çelişkileriyle yakından ilgili olmuştur. s.129-130
Batı, kendi dışındaki ülkelerle bir ayırım yapmış, onlar üzerinde bir yargıda bulunmuştur. Bu yargı Batı-dışı ülkelerin "ilkel topluluklar" olmalarından "az-gelişmiş" toplum oluşlarına kadar uzanmaktadır.
Ancak Batı-dışı toplumları yalnızca tanımlaması ve bu toplumlar üzerinde yargıda bulunması yeterli olamamaktadır. Sorun bu toplumları aynı zamanda Batı'nın kurmuş olduğu egemenlik ilişkileri içine katmaktadır. Belli tanım ve yargılar Batı ve Batı-dışı toplumlar arasında bir ayırım yapmak için yararlı olmaktadır ama aralarına kesin sınır getirdiği için bu toplumların karşılıklı ilişkilerinin belirlenmesinde de bazı zorluklara yol açmaktadır. s. 146
Batı-dışı halklarca da kolayca sırt çevrilemeyecek yeni idealler ortaya atılacaktır.
Bu ideallerin başında çağdaşlaşma kavramı bulunmaktadır. Ve hiç kimse "çağ-dışılık" suçlaması tehdidi önünde böyle bir ideali eleştirmeye kalkışamayacaktır. s. 147
Çağdaşlaşmanın ilk belirtisi olarak bizlere lâiklik tanıtılmaktadır. Lâiklik kavramı din ve devlet işlerinin biribirilerinden ayrılmalarından dine saldırıya ve bu saldırının siyasî amaçlarla kullanılmasına kadar uzanabilmektedir. s. 147
Batı, kendi dışı ülkelerle her türlü yaklaşımında ırkçı eğilimler içindedir. Ve bu ırkçılık, yalnızca ideolojik araç olarak da kalmamaktadır. Batı üstünlüğünü bilimsel olarak da kanıtlamaya kalkışmaktadır. Önce biyolojik özelliklerine dayanarak üstünlüğünü belgelemek istemiştir. Renk ayırımından söz etmiştir. Batı'nın bütün beyaz ırkı kapsamadığını görünce bu kez de pergellerle kafa tası ölçümlerine girilmiştir. s. 169
Özellikle Ziya Gökalp'in kişiliği sosyolojimizin Batı sosyoloji geleneğine bağlanmasında baş etken olmuştur. Kendisi sosyolog olarak doğrudan Durkheim etkisine bağlıdır. Gökalp aynı zamanda XX. yüzyıl başlarında en önemli ve en etkili düşünürümüzdür. Önce İttihat ve Terakki Fırkasının ideoloğudur. Sonra Cumhuriyet'in kuruluşu ile Devlet'imizin aldığı genel eğilimlere yazılarında kuramsal temel sağlamaya çalışmıştır. s. 182
XIX. yüzyılda Avrupada görülen gelişmeler Osmanlı İmparatorluğunda Batı kurumlarının üstünlüğüne bağlanacaktır. Ve Batı düzeyine erişebilmek ve böylece sorunlarının çözümlenebilmesi için Osmanlı İmparatorluğunun Batı kurumlarını benimsemesi önerilmeye başlanmıştır. Yine kurumların üstünlükleri kendi yapılarından kaynaklandığı için her türlü ortam içinde başarılı olacakları sanılıyordu.
...
Askerlik alanında ve savaş konularında başlıyan bu Batı'ya örnek alma olayı, gelişmelerin sonunda yaşamın bütün alanlarına yayılmaya başladı. Akım bir kez başlayınca yalnızca belli kurumlarla da sınırlı kalmadı. Ayrıca umulan sonuçların elde edilmemiş olması, Batılalışma yolunda yeterince yol alınamamış olması ile yorumlanıyordu. Ve Batı'dan yeni alıntıların yapılmasına neden oluyordu. Her geçen gün Batı'dan yurdumuza yapılan aktarmaların sayısı artıyordu.
Böylece başlayan Batı etkisi, en azından belli kesimlerde hiç bir sınır tanımaz olacaktır. Osmanlı İmparatorluğunun bazı açmazlarına çözüm bulmak için belli Batı kurumlarının yurdumuza aktarılması biçiminde başlayan Batılılaşma giderek Batılı gibi giyinmek, Batılı gibi yaşamaya kadar uzanacaktır. Batı yaşam biçiminin benimsenmesinden sonra sıra, kaçınılmaz olarak Batılı gibi düşünmeye gelecekti. Bu adım da atıldı. Batı düşüncesi yurdumuzda etkinlik kazandı. s. 186-187
Osmanlı muhalifleri, kendi görüşlerinde Fransız sosyolojisinden büyük destek göreceklerdir. Fransız sosyolojisi ile Osmanlı aydınları arasındaki bu yakınlaşmanın ilk örneği Ahmet Rıza'dır. Gerçi Auguste Comte'un sosyolojisiyle kuramsal ilişkisi açıklığa kavuşmamıştır. Ancak Fransız pozitivist topluluklarla yakın ilgisi olmuştur. Kendisi İttihat ve Terakki'nin kurucuları arasındadır. Partinin adının Ahmet Rıza'nın pozitivistlere yakınlığı nedeniyle Auguste Comte'un "ordre et progrés" ilkesinden esinlendiği söylenmektedir. s. 193
Sosyolojimizin kurucularından birisi Prens Sabahattin ise öbür kurucusu da Ziya Gökalp'tir. Daha önce belirttiğimiz gibi İttihat ve Terakki içinde sorumlu görevlere yükselmiştir. Ve siyasi düzeyde Prens Sabahattin ile aralarında tam bir uyuşmazlık bulunmaktadır. Siyasi alandaki bu çekişmeleri, kısa sürede iki değişik sosyoloji akımının çekişmesi görüntüsü almıştır. Prens Sabahattin'in Le Play'in görüşlerini savunmasına karşılık Ziya Gökalp bir başka Fransız sosyologunun, Emile Durkheim'n görüşlerini savunmuştur. s. 193-194
Kimlik değişikliğimizin doğrudan sorunlarımızın çözümü olduğunun düşünülmesi sosyolojimizin günümüzde bazı yüzeysel çözüm önerileriyle karşımıza çıkmasına yol açmaktadır. s. 217
Yineyelim. Sosyoloji toplumların kendi üzerlerine sordukları ve sürekli yenilenen bir sorudur. Sosyolojide genel doğruların dışında mutlak doğrular söz konusu değildir. Aksi durumda, aynı sorunlar ve bu sorunlara aynı değişmez ve mutlak karşılıklar söz konusu olabilirse, tarihte ve toplum yaşantısında hiç bir ilerlemeden söz edebilmemiz imkânı kalmayacaktır. s. 218
Referanslar:
[1] Baykan Sezer, Sosyolojinin Ana Başlıkları, İstanbul, 1985.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder