23 Mayıs 2010 Pazar

Çarpıtılmış Geçmişe Ayna*

“Nullius in verba”, Kraliyet Derneği’nin (Royal Society) düsturu (motto) olmuş Latince bir söz. Derneğin sitesinde “Take nobody’s word for it” şeklinde tercümesi verilen bu düstur, ister sosyal ister fen bilimlerinde olsun her ilim adamı için geçerli bir sözdür. Bu söz şunu ifade etmektedir: Bir şekilde ele geçen bilgi, tahkik edilmeden doğru veya yanlış kabul edilmemelidir. Ancak günümüzde, haberleşme vasıtalarındaki hızlı gelişme insanların bilgiye ulaşımını çok kolaylaştırmıştır. Bu bilgi denizinde, bilginin sahihliği üzerinde durmak ve bilgiyi mantık süzgecinden geçirmek gerekirken, bir papağanın yaptığı gibi tekrardan öteye gidilmemektedir.

Bir önceki yazıda İmam Gazâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife eseri üzerinde yapılan yanlış yorumlara kısaca değinilmişti. Gazâlî’nin, Müslüman dünyasında bilimin gerilemesine sebeb olan fikirleri var mıdır? Aklı ve mantığı bir kenara itmiş midir? Mesele Gazâlî’nin iki eseri esas alınarak irdelenecektir: El-Munkızü mine’d-dalâl (Dalâletten Kurtuluş) ve Tehâfütü’l-felâsife (Filozofların Tutarsızlığı).

El-Munkızü mine’d-dalâl eserinde, “Felsefenin Kısımları” başlığı altında, felsefeyi altı kısımda ele almaktadır: Riyaziye (matematik), mantık, tabiîye (fizik), ilâhiye (metafizik), siyasîye ve ahlâk. Gazâlî riyaziye, mantık gibi ilimleri beyan ederken, ilk olarak şunu vurgulamaktadır: Bu ilimlerin müsbet veya menfî olarak dine taalluk eden bir ciheti yoktur. Bu ilimlerdeki meseleler aklî deliller ispat edilip anlaşıldıktan sonra inkara mahal kalmaz. Bu ilimlerle uğraşan filozoflar aynı zamanda ilâhiye (metafizik) sahasında da fikir beyan ediyorlardı. Gazâlî, bu filozofların ilimleri hakkındaki iki tehlikeyi dile getirmektedir: İlki, hesap, hendese ve astronomi ilimlerinde söz sahibi olan filozofların bu ilimlerdeki delillerinin açıklıkları ve bilgilerinin tüm söyledikleri için geçerli olduğu sanılmasıdır. İkincisi, dine hizmet ettiğini sanan Müslümanların filozoflara ait tüm ilimleri reddetmesidir. Buna misal olarak Ay ve Güneş tutulmasını vermektedir. Tutulmayı kesin delillerle bilen bir kimseyi reddederek İslâm’a hizmet yaptığını zannedenlerin, dine karşı işledikleri suçun çok büyük olduğunu belirtmiştir [1]. 

Mantık hakkında şunları yazmaktadır [2]: “Mantığın da olumsuz ve olumlu anlamda din ile bir ilişkisi yoktur. O, kanıtlama (burhân) ve kıyas yöntemlerinin, kanıtlamada kullanılan öncüllerin şartları ve nasıl düzenlendiği ile doğru tarifin şartları ve nasıl yapıldığının, ayrıca bilginin ya terimlerle elde edilen kavramlardan ya da kanıtlama ile ulaşılan önermelerden ibaret olduğunun anlaşılmasıdır. Bunda da karşı çıkılması gereken bir şey yoktur. Aksine mantık, kelâmcıların ve düşünürlerin kanıtlama türünden anlattığı bir şeydir.”

Gazâlî’ye göre, filozoflar esas olarak metafizik alanında yanılmışlardır ve bu sahada çok hata yapmaları mantık ilminde burhan (kesin delil) için ortaya koydukları şartlara uymamalarından kaynaklamaktadır. İlahiyat mevzuunda filozofların düştükleri hataların üçünden dolayı küfre girdiklerini belirtmiştir. Bu üç mesele şunlardır: “İnsanlar öldükten sonra cesedleri tekrar dirilmez, mükafat ve ceza sadece ruhadır”, “Allah külliyâtı bilir, cüz’iyyâtı bilmez”, “Âlem ezelî ve ebedîdir”. Kendi mezhebine muhalif olanları hemen tekfir etmenin (küfürle itham) yanlışlığına dair Faysalu’t-tefrîka beyne’l-İslâm ve’z-zendaka isminde bir eser de kaleme almıştır [3].

Tehâfütü’l-felâsife adlı eserinde, amacının önceki filozofların ilahiyata ilişkin inançlarının tutarsız ve görüşlerinin çelişkili olduğunu açıklayarak reddetmek olduğunu yazmaktadır [4].

Tehâfüt eserinin ikinci mukaddimesinde filozoflarla kelâm âlimleri arasındaki görüş ayrılıklarını açıklamaktadır. Bunun ikinci kısmında şunlar yazmaktadır [5]: “Biz bu tür bilgilerin (fenn) geçersiz kılınması üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağız; çünkü bu hiçbir yarar sağlamaz. Kim ki bunu geçersiz kılmak için tartışmaya girişmenim dinin gereği olduğunu sanırsa, dine karşı suç işlemiş ve onu zaafa uğratmış olur. Zira [astronomiye dair] bu meseleler, hiçbir şüpheye yer bırakmayan geometri ve matematik kanıtlara dayanmaktadır”. İkinci bölümde, tabiat ilimlerinden hiçbirine şeriat bakımından karşı çıkılmanın gerekmediğini dile getirdikten sonra bu ilimler içinde yer alan dört meselede filozoflara karşı çıkmaktadır [6].

Şunu da hatırlatmak yerinde olur: Kelâm ilminde İmam Gazâlî'ye kadar olan döneme mütekaddimîn, sonraki döneme ise müteahhirîn denmektedir [7]. Bu dönem ayrılmasında, İmam Gazâlî'nin felsefeyi ilmî bir yaklaşımla ele alması önemli bir rol oynamıştır. Ahmet Cevdet Paşa, İbn Haldun'un Mukaddime tercümesine düştüğü notta, Gazâlî'den sonra ilm-i mantığın farz-ı kifâye olduğu ve her beldede mantık âliminin bulunması gerektiği yazmaktadır [8]. Medreselerde mantık ilmiyle alakalı eserlerin yoğun bir şekilde okutulması bunun mühim bir göstergesidir.

İmam Gazâlî, mantığın sadece filozoflar tarafından bilindiği İslam âlimlerinin bilmediği zannına karşı şunları yazmaktadır [9]: “Evet, onların (filozofların) "Mantığı iyi bilmek gerekir" şeklindeki görüşleri doğrudur; ancak mantık filozoflara özgü bir şey değildir. O sadece bizim kelâm ilminde "kitâbü'n-nazar" adını verdiğimiz bir yöntemdir. Fakat onlar bu lafzı abartarak "mantık" şeklinde değiştirmişlerdir. Bazen biz onu "kitâbü'l-cedel", bazen de "medârikü'l-ukûl" adıyla anarız. Kıt akıllı olduğu halde zeki görünmek isteyen biri, mantık adını duyduğu zaman onun, sadece filozofların bildiği, kelâmcıların ise bilmediği ilginç bir ilim olduğunu sanırlar”.

Eserlerinde geçen bu sarih ifadelere rağmen, neden hâlâ Gazâlî aklın ve bilimin karşısındaymış gibi gösterilmeye çalışılıyor? Gazâlî, Meşşâî filozoflarının eserlerini ve metodlarını uzun bir süre inceledikten sonra, elde ettiği verileri Makâsıdü’l-felâsife adlı eserde toplamıştır. Bundan sonra Tehâfütü’l-felâsife eserini kaleme almıştır.  Burada filozofların metafizik konularında konuşmalarının tutarsızlığını ele almıştır. Meseleleri kulaktan dolma bilgilere göre değil aslî kaynaklarından incelemek bir ilim adamının en önemli vasfıdır. Ancak günümüz insanının kafa yapısı matbaa mantığıyla çalıştığından, mevcut düşünceler kalıp halinde alınıp kullanılmaktadır.


* Josep Fontana'nın Europa ante el espejo adlı eserinin Türkçe tercümesindeki başlıktan esinlenildi.

Referanslar

[1] Gazâlî, El-Munkızu min-ad-dalâl, Trc. Hilmi Güngör, Ankara, 1960, s. 30-32. Bu eserin pdf haline buradan ulaşabilirsiniz. Aynı eserin Hakikat Kitabevi tarafından neşredilen tercümesinin pdf haline buradan ulaşabilirsiniz. İmam Gazâlî, dinî ilimlerin ihyası amacıyla kaleme aldığı İhyâu 'ulumi'd-dîn adlı kitabında da felsefeyi benzer tasnife tabi tutmaktadır. Gazâlî, İhyâu 'ulûmi'd-dîn, Trc. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul, 1974, Cild-I, s. 62.

[2] Gazâlî, a.g.e., s. 33.

[3] Gazâlî, a.g.e., s. 35-37.

[4] Gazâlî, Tehâfütü’l-felâsife (Filozofların Tutarsızlığı), Nşr. ve Trc. Mahmut Kaya, Hüseyin Sarıoğlu, İstanbul, 2009, s. 3.

[5] Gazâlî, a.g.e., s. 7.

[6] Gazâlî, a.g.e., s. 163.

[7] Sadeddin Taftazânî, Şerhu'l-Akâid, Trc. ve İzh. Talha Hakan Alp, İstanbul, 2008, s. 59 (izâhât kısmı). Kitabın ilk bölümü daha önce Süleyman Uludağ tarafından yapılan Şerhu'l-Akâid tercümesindeki hatalara ayrılmıştır. Uludağ'ın diğer bir tercümesi de İbn Haldun'un Mukaddimesidir. Bu tercümesindeki hatalara M. Hayri Kırbaşoğlu neşrettiği bir makalede temas etmiştir. Anladığım kadarıyla Uludağ'ın tercümeleri ihtiyatla okunmalıdır.

[8] İbn Haldun, Mukaddime Osmanlı Tercümesi, Trc. Ahmet Cevdet Paşa, Haz. Yavuz Yıldırım, Sami Erdem, Halit Özkan, Cüneyt Kaya, İstanbul, 2008, Cild III, s. 133.

[9] Gazâlî, Tehâfütü’l-felâsife, s. 11.

[10] XX. asrın önde gelen filozoflarından Wittgenstein (v. 1951), Tractatus Logico Philosophicus adlı kitabının sonunda kullandığı "Wovon man nicht sprechen kann, darüber muß man schweigen (Ne üstüne konuşulamıyorsa, o konuda susmalı)" ifadesi, benzer bir fikri dile getirmektedir. Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico Philosophicus, Trc. D.F. Pears ve B.F. McGuinnes, New York, 1963, s. 150. Kitaba buradan ulaşılabilir.

9 Mayıs 2010 Pazar

Tehâfütü'l-Felâsife

Bazı yabancı ilim adamlarının cesareti hayret vericidir. Uzmanlık sahaları olsun olmasın meseleleri ele alırken çok rahat yazarlar ve eserler ortaya koyarlar. Diğer bir hayret verici olanıysa, bu eserleri türkçeye tercüme edenlerin, tercüme ettikleri konu hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduklarıdır. Yazarın çok açık bilgi hatasına dipnotta dikkat çekmemek hem de 13 baskısı yapılmış bir eserde önemli bir eksiklik değil midir?

William H. McNeill'in A World History eserinin türkçe tercümesinin 13. baskısından şu pasajı sizlerle paylaşıyorum [1]:
Akla karşı duyulan ilgisizlik ve güvensizlik, Gazali (ö.1111) tarafından sistemli bir biçimde dile getirildi. Gazali bu yolda Aristoteles mantığını teoloji gerçeklerini akıl yürütme yoluyla bulmanın olanaksızlığı düşüncesini kanıtlamada kullanmıştı. Yapıtı Felsefenin Yıkılışı*, adından da anlaşılacağı gibi, açıkça, mantığın insanı gerçeğe götüren bir yol olmadığını öne sürer....

* İngilizce metinde The destruction of Philosophy; Arapça özgün adı "Tehafüt el-felasife"; tehafüt, kendini art arda bir şeye çarpma anlamına gelmektedir (ç.n.)

Tercüme edilen kısmın orijnal hali [2]:
Disinclination from and distinct of reason found its own systematic expositor in the person of al-Ghazali (d.1111), who used Aristotelian logic to demonstrate the impossibility of discovering the truths of theology by human reasoning. His book, The Destruction of Philosophy, as its title implies, expressly repudiated the value of logic as a path toward the truth...

McNeill, Tehâfütü'l-Felâsife kitabının ismini ingilizceye hem yanlış tercüme etme hem de bu yanlış üzerinden yorum yapma hatasına düşmüştür. Aynı hata türkçe tercümesinde de devam etmiştir. Tercüme eden tehafüt'ün anlamını dipnotta verirken felasife'nin anlamını vermeyerek bir anlamda yazarı onaylamaktadır. Maalesef, aynı hataya başka yabancı yazarların ve Türkiye'deki felsefecilerimizin eserlerin de rastlamaktayız [3]. Halbuki felâsife, feylosof kelimesinin çoğuludur ve filozoflar anlamına gelmektedir. Felsefe ile Felâsife kelimelerini aynı anlamda tutmak hem yazarın hem de tercüme edenin konu hakkındaki bilgi seviyesini ortaya koymaktadır. Kitabın başlığını anlamayan içeriğini nasıl anlar siz tahayyül edin? "mantığın insanı gerçeğe götüren bir yol olmadığını" öne sürdüğü iddia edilen Gazali acaba neden el-Mustasfâ adlı eserinin başında "Mantık ilimlerin girişidir. Mantığı tam olarak bilmeyenin bildiği ilimlere de güven duyulmaz" yazmıştır [4].

Gazali gibi İslam medeniyetinde önemli bir yer işkal eden âlimin bırakın eserlerinde yazdıklarının anlaşılmasını, kitabının başlığının bile yanlış tercüme edilmesi ne kadar gariptir.

Yazıyı Morrison'un Tehâfütü'l-Felâsife hakkındaki yorumunu aktararak sonlandırıyorum [5]:
Tehâfütü'l-Felâsife adlı eser felsefecilerin belli argümanlarına karşı bir hareket olarak görülmelidir, yoksa felsefenin tümüyle reddi olarak görülmemelidir

Referanslar

[1] William H. McNeill, A World History (Dünya Tarihi), Trc. Alâeddin Şenel, Ankara, 2008, s. 346.
[2] William H. McNeill, A World History, 1967, s. 240.
[3] Will Durant, The Story of Civilization, Cild 4 (The Age of Faith), New York, 1950, s. 332; Betül Çotuksöken ve Saffet Babür, Metinlerle Ortaçağda Felsefe, İstanbul, 2000, s.156.
[4] Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, el-Mustasfâ min ilmi usûli'l-fıkh, s.10 (Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı - Arap-İslam Kültüründeki Bilgi Sistemlerinin Eleştirel Bir Analizi, İstanbul, 2000, s. 547'de geçmektedir.); Esiru'd-din el-Ebherî, İsagoci Tercümesi ve Mantık Terimleri Sözlüğü, Trc. ve Haz. Talha Alp, İstanbul, 2007, s.5.
[5] Robert G. Morrison, Islam and Science : the intellectual career of Nizam al-Din al-Nisaburi, 2007, s. 13.